GazeteBilkent kulüp röportajlarına hızla devam ediyor. Digital teknoloji bu kadar hayatımıza yer etmişken elbette ki fotoğraf sanatı da insanların hayatına bir hobi bir uğraş olarak girdi. Fotoğrafçılık ve Bilkent Fotoğraf Kulübü üzerine kulüp başkanı Görkem İlbay ile bir röportaj gerçekleştirdik. Röportaj Görkem’in ilginç anılarını, günümüz teknolojisini ve fotoğrafçılığın Bilkent Üniversitesi’ndeki durumunu içeren hoş bir sohbete dönüştü.
Özgen Işık: Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Görkem İlbay: Ben Görkem İlbay. Elektrik-Elektronik Mühendisliği 4. sınıf öğrencisiyim. Bilkent Fotoğraf Kulübü başkanı ve bir fotoğraf gönüllüsüyüm. ( Sanatçı demek için henüz erken =) ) 7 yıl önce fotoğrafa olan ilgim başladı ve o zamandan beri fotoğrafçılıkla ilgileniyorum.
Ö.I: Kulübünüzü biraz tanıyabilir miyiz?
G.İ: Bilkent Fotoğraf Kulübü’nün açıkçası hangi yıl kurulduğunu tam olarak bilmiyorum, ama 2000’li yıllara dayanan bir geçmişi var onu biliyorum. Ben Bilkent Üniversitesi’ne 2006 yılında giriş yaptım ve 2006 yılından beri de Fotoğraf Kulübü etkinliklerini düzenli olarak takip ediyorum. Son 2 yıldır da yönetim kurulu başkanlığı görevini yürütüyorum. Fotoğraf Kulübü’nün bizden öndeki yaptığı dönemlerdeki amacı biraz daha eğitim vermek ve bu verilen eğitimleri belki bir geziyle taçlandırmaktı. Bizim amacımız kulübü biraz daha topluluk haline getirmek. Sadece fotoğraf dersleri veren birkaç kişiden oluşan bir grup olmayı değil paylaşmayı amaç edinen, eğitimlere katılıp bunu gezilerle, sosyal aktivitelerle, eğlencelerle pekiştiren daha aktif bir topluluk olmaya çalışıyoruz.
Ö.I: Geçmişte yapılan aktiviteler nelerdir?
G.İ: Öncelikle kendi dönemimle ilgili başlayayım. 2 yıldır Temel Fotoğraf Eğitimleri ve Photoshop Eğitimleri veriyoruz. Temel Fotoğraf Eğitimi dediğimiz eğitimler fotoğrafın en basit halini yani, fotoğraf nedir, fotoğraf makinesi nedir, makinenin ekipmanları nelerdir, üzerinde bulunan parçalar ne işe yarar, ışık ve kompozisyon fotoğrafta ne anlam ifade ederden başlayarak ileri fotoğraf tekniklerine kadar giden bir eğitimi içerir. Photoshop eğitimlerinde ise teknolojiden yararlanma aşamasına giriyoruz. Eskiden analog makineler kullanılırdı biz bunlara SLR (single lens reflect) makineler deriz ve film banyolama için karanlık oda eğitimleri verilirdi. Teknolojinin gelişmesiyle birlikte artık DSLR makineler ( digital single lens reflect) kullanmaya başlandı ve aydınlık oda adını verdiğimiz yani dijital ağırlıklı bir sisteme geçildi. Bu programlar sayesinde fotoğraf hatalarını digital yollarla düzenleyebiliyor, fotoğrafları işleyebiliyor daha iyi hale getirebiliyoruz. Bunların dışında her hafta çarşamba günleri toplantımız oluyor, sosyal aktivite olarak ise haftanın belirli günleri Bahçeli’de Tunalı’da yemekler eğlenceler düzenliyoruz. Ayrıca gerçekleştirdiğimiz eğitimlerin sonunda pratik eğitimi uygulamak adına eğitim kampları diğer bir adıyla geziler düzenliyoruz. Bu eğitim kamplarında daha tecrübeli fotoğrafçıların yardımıyla bir bölge belirleyip bu bölge ile ilgili fotoğraf çekmeye başlıyoruz. 2 dönem boyunca çektiğimiz fotoğrafları kullanarak Bilkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi sergi salonlarının birinde sergi düzenliyoruz. Bu sergiye sadece Fotoğraf Kulübü üyeleri fotoğraf verebiliyor. Yani güzel bir sergiyle dönemimizi noktalamış oluyoruz.
Ö.I: Gelecek dönemde ne gibi aktiviteler düşünüyorsunuz?
G.İ: Gelecek dönemde yine eğitimlerimize, gezilerimize, aktivitelerimize devam edeceğiz. Fakat bu dönem bizi biraz daha ileriye taşıyacak olan farklı bir düşüncemiz var, Fotoğraf Atölyesi gibi. Fotoğraf Atölyesi’nde hafta sonları sabahtan akşama kadar önce fotoğrafla ilgili basit bilgileri öğrenip daha sonra bir fotoğraf hocamızın ya da ünlü bir fotoğrafçının katılımı ile fotoğraf üzerine ufak bir söyleşi düzenleyerek fotoğraf üzerine eleştiri veya fikir paylaşımları yapmayı planlıyoruz. Fotoğraf atölyesi daha verimli bir çalışma olacak, çünkü amacımız işin içine daha profesyonel fotoğrafçıları katmak. Bunlar kimlerdir? Ara Güler, Coşkun Aral, Yüksel Tunca, Ceren Aksan, Mehmet Turgut, benim de mentorum olan Celal Kılıç gibi isimler var iletişim listemizde. Ancak en önemli aktivitemiz Bilkent Psikoloji Kulübü ve Şizofreni Derneği ile ortak yürüttüğümüz “Şizofrenik Kareler” adlı proje olacak. Fazlasıyla sıra dışı bir proje. Şizofreni hastaları ile ilgili olan bu proje hem fotoğraf anlamında hem de sosyal sorumluluk anlamında topluluk üyelerinin kişisel gelişimine katkıda bulunabilecek bir aktivite. Birçok şizofreni hastasının hayatına ortak olacağız ve düzenlemek istedikleri fotoğraf sergisi için yardımcı olacağız.
Ö.I: Varlığınızın Bilkent Üniversitesi’ne ve öğrencilerine ne katkısı olduğunu düşünüyorsunuz?
G.İ: Ben fotoğraf eğitimlerinden evvel şöyle bir durumla karşılaştım. Yurtdışına gittiğim zaman eline fotoğraf makinesi almış herkesin fotoğrafla ilgili birçok şeyi bildiğini fark ettim. Yani bunu özel olarak kendi hobileri çerçevesinde değil, okullarında seçmeli ders olarak ya da zorunlu ders olarak öğrenmişler ve fotoğraflarını çekerken de bu fotoğraf tekniklerini uygulayarak çekiyorlar. Çok daha kaliteli, çok daha göze hoş gelen fotoğraflar elde ediyorlar. Kendimce şunu düşündüm. Bilkent öğrencisi neden bu fotoğraf tekniğine ulaşmasınlar? Bunun üzerine Temel Fotoğraf Eğitimleri’ni bu şekle sokmaya karar verdik ve bu eğitimlerde öğrenciler hem fotoğraf çekmeyi öğrensinler hem de bir topluluğun parçası olsunlar istedim. Ayrıca öğrencilere zorunlu ders olan GE250 dersinde de eğitimlerimizin her birinden yüksek bir puanlar veriyoruz. Bu açılardan Bilkent öğrencisine katkımızın büyük olduğunu düşünüyorum. Bunların dışında fotoğrafın genel olarak insana kattığı birçok şey var. Fotoğrafla ilgilenmeye başlayan insanların dünyaya bakış açıları değişmeye başlıyor. Olaylara farklı açılardan, farklı perspektiflerden bakmaya yeni bir dünya yaratmaya başlıyorlar. İnsanların farklı bakış açısı kazanması kolay değildir ki bence bizlere en önemli katkısı budur fotoğrafın.
Ö.I: Fotoğrafa ilgin olduğunu nasıl fark ettin ve nasıl başladın bu işe?
G.İ: Fotoğrafla ilgilenmeden önce lisedeyken müzikle ilgileniyordum, gitar çalıyordum. Bir gün bir arkadaşım benim fotoğraflarımı çekmek istedi. Fotoğrafa yeni başlamış amatör bir fotoğrafçıydı o da. Çektiği fotoğraflarımda farklı bakış açıları eşliğinde yakalamış olduğu pozlar ilgimi çekti. Ben de ilgilenmeye ve fotoğraf çekmeye başladım. Çektiğim pozların kötü olduğunu gördükçe tekrar tekrar çektim. Ben bu şekilde denemeye devam ederken bir aile dostumuzun vasıtasıyla bir fotoğraf sanatçısının yanında asistan olarak çalışmaya başladım. Benim bu konudaki ilgimi ve alakamı gördüğü için yardımcı oldu. Fotoğrafçılıkla ilgili bir eğitim almadım en başta, fakat bir fotoğrafçının yanında asistan olmak bir eğitim almaktan çok daha öte bir durumdur. Bizzat o anı yaşamaktır, teorik bilgileri bir yerden okumak yerine yaşayarak öğrenmektir. Ayrıca, bir fotoğrafçının asistanı olduğum için onun derslerine de girdim. Bu şekilde başladı ilgim ve daha sonraki zamanlarda da artarak devam etti. Fotoğrafın bana kattıklarını gördükçe iyi ki başlamışım bu işe diyebiliyorum.
Ö.I: Peki insan sizce insan neden fotoğraf çekmeli?
G.İ: Fotoğraf, sanat mı zanaat mı diye büyük bir tartışma vardır. Bence fotoğraf hem sanat hem de zanaattır. Bir sanat dalı ile ilgileniyorsun bundan para da kazanıyorsun, yani geçim kaynağınız fotoğraf olabilir. İnsanların çeşitli ilgi alanları vardır, kimisi müzikle ilgilenir kimisi edebiyatla kimisi görsel sanatlarla kimisi de fotoğrafla. Siz sanatınızı fotoğraf üzerinden yapabilirsiniz. Neden sorusunun cevabını ünlü Fransız romancı Emile Zola’nın bir sözü ile açıklayacağım: “Bir şeyi fotoğraflayana kadar onu gördüğünüzü iddia edemezsiniz.” Ben de bu fikre sonuna kadar katılıyorum. Çünkü bir şeyi görmekle algılamak farklı şeylerdir. Fotoğraf aslında sadece görsel bir sanat değildir. İçerisinde felsefeyi, mizahı, siyaseti ve şu an aklıma gelmeyen bir çok kavramı barındırır. Her şey sizin bakış açınıza bağlıdır fotoğrafta. Fotoğraf ve resim birbirlerine çok benzeyen iki sanat dalıdır. Anlatım, kurgu, kompozisyon teknikleri vs.. Bir ressam için boya ne ise fotoğrafçı için de ışık öyledir. Yani bizim gibi fotoğrafçıların boyası ışıktır. Ressamın tuvali ise fotoğrafçının kadrajıdır. Işığı ve kompozisyonu kullanarak hayatlarında çok daha farklı yönleri bulabilirler.
Ö.I: Örnek aldığınız bir fotoğrafçı var mı ve etkilendiğiniz bir fotoğraf var mı?
G.İ: Tabii ki. Annie Liebowitz diye bir fotoğrafçı var. Aslında dünyaca ünlü bir fotoğrafçıdır. Hatta insanların kafelerde olsun barlarda ya da restoranlarda gördükleri fotoğrafların birçoğunu kendisi çekmiştir ancak Türkiye’de pek fazla insanın dikkatini çekmez böyle şeyler. Çok farklı bir insan, ilginç bir karakterdir. Rolling Stones’un fotoğrafçılığından tutun da John Lennon’ın fotoğraflarını çekmeye kadar imza attığı bir çok fotoğraf vardır. İlk defa onun hayatı ile ilgili bir filmi izledikten sonra fotoğrafla ilgili düşüncelerim olgunlaşmaya başladı. Onun fotoğrafları onun portreleri çok daha olumlu yönlerde beni etkiledi. Çok beğendiğim bir başka ünlü ise Türk fotoğrafçı Ara Güler’dir. Kıymetli bir kişiliği vardır, kıymetli bir düşünce yapısı vardır. Ben şu an portre fotoğrafçılığıyla ilgileniyorum ve beni bu alana yönlendiren iki isim Annie Liebowitz ve Ara Güler’dir. Annie Liebowitz’in çektiği bir çok fotoğraf beni etkilemiştir ancak bir tanesinin farklı bir hikâyesi vardır. John Lennon ve sevgilisinin bir fotoğrafı var Annie Liebowitz’in çektiği. Bu fotoğraf çekildikten kısa bir süre sonra John Lennon’ın öldürülmesi beni fazlasıyla etkilemiştir. Ara Güler’in ise bir çocuk fotoğrafı vardır, varoş mahallelerin birinde bir tarla başında çektiği bir fotoğraftır. Bir çok fotoğrafçı çocuk fotoğrafı çeker, fakat Ara Güler çocuğun duygularını o kadar güzel ifade etmiş ki en beğendiğim fotoğraflardan biri sayabilirim.
Ö.I: Dijital makineler artık hemen hemen herkesin elinde. Sence fotoğrafçılık açısından bu bir artı mı yoksa eksi mi?
G.İ: Günümüzde yaygın olarak kullanılan fotoğraf makineleri DSLR makineler, SLR makineler ve kompakt makineler olmak üzere üçe ayrılır aslında daha birçok çeşidi vardır ancak pek kullanılmazlar. Kompakt makineler bizim daha çok çantamızda taşıdığımız ufak dijital makinelerdir. SLR makineler ise daha profesyonel olan makinelerdir. DSLR makineler ise bunun dijital olan versiyonudur. Eğer dijitalleşmeyi SLR’den DSLR’ye geçiş olarak değerlendiriyorsak bence daha iyi oldu. Çünkü SLR makinelerde çekim sonrası karanlık oda bulmak yahut filmi tab ettirmek gerçekten uğraş isteyen bir süreç. Bu süreci bitirdikten sonra yaptığınız hatayı anlamak zaman kaybına yol açıyor. İstediğiniz pozu tekrar yakalayamama şansınız söz konusu. Tabi analog makinelerde çekim yapmanın zevki çok daha ayrıdır. Ancak dijital makinelerin getirdiği kolaylıklar sayesinde bu işlem çok daha hızlı bir şekilde gelişiyor ve çok daha farklı fotoğraflar çekilebiliyorsunuz. Çektiğiniz fotoğrafları anında kontrol edebiliyorsunuz. Yeni nesil hafıza kartlarının da sayesinde daha fazla fotoğraf depolama imkânı oluşuyor. Kompakt makinelere gelecek olursak, belki anı fotoğrafları açısından pratik ve kolay taşınabilir olabilir ancak fotoğrafta ilerleme kaydetmek istiyorsanız pek tavsiye etmiyorum kompakt makineleri. Yani 600-700 TL verip iyi bir kompakt makine almak yerine üzerine biraz daha para verip DSLR makineleri almak daha iyi bir şeydir. Makineyi biraz daha öğrendikten sonra fotoğrafı tam olarak algılamaya başlarsınız
Ö.I: Röportajımıza katıldığın ve bize zaman ayırdığın için çok teşekkürler. GazeteBilkent ailesi olarak kulübünüzün ve senin başarılarının devamını diliyoruz…
G.İ: Ben teşekkür ederim.