11. Sınıf edebiyat dersinde tanıdığım ve ilerleyen dönemde tam anlamıyla hayranı olduğum Namık Kemâl’e atfedilen çok güzel bir vecize sürekli aklıma geliyor şu sıralar. “Barika-i hakikat, müsademe-i efkârdan doğar.” Yani; gerçeğin kıvılcımı, fikirlerin çatışmalarından çıkar. Bu güzel sözü Namık Kemâl’e söyleten, kitaplarımızda Tanzimat Dönemi olarak sınıflandırılan dönemden bugüne, söz konusu ifadenin muhtevasını kavrama ihtiyacımız artarak süregelmiştir. O günden bugüne, kısa dönemler haricinde, genel eğilim fikirlerin çatışmasından ziyade kimliklerin yahut güruhların çatışması olmuş, farklı düşünceye sahip insanlar bir masa etrafında, farklılıkların varlığını kabullenip ortak bir gelecek inşa edememiştir.
Peki bunu neye dayanarak söylüyorum sizce? Günümüz siyasi konjonktürünün bir neticesi mi bu? Evet demek fazla kolaya kaçmak olacakken, hayır demek de körlük olur. Yani demem o ki, bu problem bizde son beş, on, yirmi senedir var olan bir problem olmaktan ziyade, asırlardır var olan bir eksiklik. Sorgulamadan itaatin erdem sayıldığı bu topraklarda görüşler tartışılmamış, sadece güçsüzün görüşü tartılmış. Bunun nedeni ve tespiti bambaşka bir yazının konusu olabilir belki de, ama benim burada anlatmayı arzuladığım husus bambaşka.
İşte burada bir başka vecize geliyor akıllara. Bu sefer vecize İngiltere’den, “We all agree to disagree.” Yani, “Uzlaşamayacağımız hususunda hemfikiriz.” Tabi, İngilizce bilen arkadaşlar yaptığım bu çeviriye burun kıvırabilirler, ama onlar da anlayacaktır ki bu vecizeye bırakın Türk toplumunda hayat vermeyi, bu vecizeyi Türk diline pürüzsüz bir şekilde çevirmek dahi oldukça güç!
Babalarımızın, annelerimizin, dedelerimizin ve ninelerimiz yapmış olması gereken, farklı görüşlere karşı tolerans geliştirmekten öte, hoşgörü ile yaklaşmak; yani farklılıktan duyulan rahatsızlığa katlanmaktansa, farklılıktan rahatsızlık duymamakken, ilkinin dahi tam manasıyla başarabildiklerini düşünmüyorum. Toplum itibariyle bunu başardığımıza inanan arkadaşları Fenerbahçe atkısıyla Kızılay’da, Karanfil Sokak’ta benimle bir futbol maçı izlemeye davet ediyorum. Çaylar da benden, atkı da!
Evet, özet itibariyle ihtiyacımız olan farklılıklara karşı duyduğumuz rahatsızlığı gizlemek değil (ki bunu dahi başaramıyoruz), fakat farklılıklarım mevcudiyetinden rahatsızlık duymamak. Bu hususta ülkemizin daha iyiye gittiğini kesinlikle düşünmesem de, bir akvaryum niteliğinde olan Bilkent Üniversitesi’nde işlerin iyiye gittiğini görüyorum.
Neden mi? “Uzlaşamayacakları hususunda hemfikir” olan, “müsademe-i efkârı” kampüsümüzde her hafta gerçekleştiren ve eminim ki gelecekte “barika-i hakikatin” doğumunda büyük işler başaracak bir topluluk kuruldu bu sene okulumuzda. Çoğu insanın duyduğu bir konsepte sahip bu topluluk. Çoğu kişinin olumlu, pek azının olumsuz ön yargılarla yaklaştığı bir konsept.
Bu topluluk, İngiliz Parlamentosunun usulünü simüle edip, tartışmalar gerçekleştiren Münazara Topluluğu. Topluluğun varlığından yaz okulundan beri haberdar olsam da, açıkçası o zamanlar büyük başarılara imza atmasını yakın vadede beklemediğim bu topluluğun, kurulması üzerinden bir sene geçmemesine rağmen elde ettiği başarıları geçen hafta öğrendim ve bunları sizinle paylaşma isteği ve ihtiyacı duydum.
İlk olarak Hacettepe Üniversitesi ve ODTÜ’den tecrübeli eğitmenler getirtilmiş. Yaklaşık 40 aktif üyeyle işlerini yürüten topluluk, Boğaziçi ve Yeditepe üniversitelerinde gerçekleştirilen münazara turnuvalarına katılımda bulunmuş. İnanması güç bir şekilde Yedetepe Üniversitesi’nin turnuvasında finale kadar yükselmeyi başaran Bilkent takımı, Hacettepe Üniversitesi’nin düzenlediği turnuvanın hazırlık finaline ise 3 takım çıkarmış. Yani son 4 takımın 3’ü Bilkent Üniversitesi’ndenmiş. Sadece takım bazında da değil, bireysel bazda da başarı göstermeyi başaran Münazara Topluluğumuzdan Berkay Cuhadar ve Asena Aydemir 144 konuşmacı arasından 3. en iyi ve 16. en iyi konuşmacı seçilmişler. Ayrıca geçen hafta Boğaziçi Üniversitesi’nde düzenlenen turnuvanın önçeyrek aşamasına 2 takım çıkaran Münazara Topluluğu’ndan Sıla Küçükosmanoğlu en iyi konuşmacı ödülünü, Betül Ahıskalı ise 3. en iyi konuşmacı ödülünü 384 kişi arasından almış. Üstelik Türkiye’de pek yaygınlaşmamış olan, münazarayı İngilizce gerçekleştirme yoluna da girmişler ve hatta Türkiye’deki ilk ücretsiz ulusal İngilizce münazara turnuvasını düzenlemek üzere hazırlıklara başlamışlar.
Bilkent Üniversitesi’ni eleştirdiğim ve Türkiye’de iyiye giden birtakım hususlarda dahi Bilkent’in kötüye gittiğini ifade ettiğim de oldu bu platformda (Örnek). Fakat bizdeki “Yiğidi öldür hakkını yeme” sözü gereği hakkını vermem gerekiyor Üniversitemizin, zira böyle bir topluluğun oluşumunu sağlaması gelecek adına güzelliklerin habercisi. Umuyorum ki bu faaliyetler, müsaade edilmenin ötesinde teşvik görür ve kazanılan başarılar artarak devam eder. Tartışmayı, hoş-görmeyi ve düşünmeyi bilen ilk nesil olmaları, olmamız dileğiyle…
Ufak Not
Topluluğun bu haftaki eğitimlerine katıldım ve pek çok şey öğrendim. “Münazır”, “münzara yapan” demekmiş. Ayrıca hepsi, hatta neredeyse hiçbiri, itici çokbilmiş insanlar değilmiş; hatta çoğu benden dahi (!) daha enerjik, eğlenceli insanlarmış. Doğrusunu söylemek gerekirse bu duruma şaşırmadım değil. Bence siz de kendinizi şaşırtın ve ikinci dönem açılacak Münazara Topluluğu başvurularını bir değerlendirin. Ben de başvuracağım!