“Tanyerleri ışıdı ışıyacaktı. Deniz sütliman, apaktı. Küreklerin şıpırtısından başka ses yoktu. Martılar daha uyanmamıştı. Gün doğmadan önceleri dünya dümdüzken, deniz işte böyle sonsuz bir aklığa keser…” diye başlıyor insanlığın en içten hikâyesi. Yaşar Kemal öyle bir hikâye yazmış ki; okumuyor, adeta yaşıyor insan. Dolayısıyla bu kitapları anlatmak, onlara haksızlık olur; bizzat yaşanması lazım ama yine de bir fikir verebilmek için, kitabın dokusunu hissettirebilmek için, biraz açıklama fena olmaz.
Ne, kim, ne zaman, nerede?
Bir Ada Hikâyesi, mübadele haberlerinin Karınca Adası’nda yayılmasıyla başlıyor. Ne Karınca Adası’ndaki Rumlar senelerdir vatan bildikleri adalarından ayrılmak istiyorlar, ne de Yunanistan’daki yerleşik Türkler, tüm dostluklarını ve mal varlıklarını orada bırakıp Türkiye’ye gelmek istiyorlar. Ancak devletler anlaşmış bir kere. Kimlere başvurdularsa kâr etmiyor. Sonunda Yunanistan’daki Türkler ve Türkiye’deki Yunanlar bir nevi değiş tokuş ediliyor. Ada sakinlerinden Vasili, herkes giderken saklanıp adada kalıyor ve haftalarca salt bir kedinin dostluğuyla adada yaşıyor. Derken, öldürmek için kendisini arayan adamlardan kaçan Poyraz, ıssız sandığı bu adaya gelip yerleşiyor. Bundan sonra Vasili ve Poyraz’ın karşılaşması, Lena Ana’nın sürgün edildiği Yunanistan’dan kaçıp yurduna geri dönmesi ve adanın yavaş yavaş dolmaya başlamasıyla hikâyemiz akıp gidiyor.
…
Bu hikâyede Poyraz, Vasili, Lena Ana, Nişancı, Ağaefendi elbette önemli karakterler; ama asıl kahraman kesinlikle Karınca Adası. Kimine fazla uzun ve sıkıcı gelen, ama benim için kesinlikle anlatımı daha da gerçek kılan ayrıntılı betimlemelerle Yaşar Kemal, adayı hikâyesinin başkahramanı yapmış.
Bir ada düşünün… Denizi ve pınarları masmavi, tertemiz, sonsuza doğru uzar gider. Havası deniz, havası insaniyet kokar. Toprağı bereketlidir, dünyaları beslesen ürünün sonu gelmez. İnciri, üzümü, zeytini, şeftalisini ve narını koparmaya kıyılmaz, koparılsa da tadından yenmez. Komşularınız Vasili, Poyraz, Lena Ana, Kadri Kaptan, Melek Hatun, Nişancı Veli, Musa Kazım Ağaefendi, Zehra, Nesibe, Kaçak Hasan, Doktor Salman Sami, Şerife Hatun, Şehmus Ağa, Dengbej Uso, Abbas kedi, Hüsmen Ağa, Uzun Aziz, Hançerli Efe, Topal Ali Çavuş ve adı geçmeyen daha pek çok sürgündür. Ancak en önemlisi; bu adada huzur, barış, mutluluk, paylaşım içinde ve muhakkak insanca yaşamak esastır.
…
Asıl hikâye Kurtuluş Mücadelesi ve Lozan Barış Antlaşması’nın ardından Türk-Yunan nüfus mübadelesi yıllarında geçiyor. Cumhuriyet’in yeni kurulmuş olması, bu ütopik adaya ayrıca sembolik bir anlam da yüklüyor. Yıllarca süren savaşlardan ve yıkımlardan bıkmış olan tüm kahramanlarımız, savaşın ve yıkımın tam tersini bu adaya yerleşmeye; adada küçük bir cumhuriyet kurmaya başlıyorlar. Dükkanlar, hastaneler, okullar, ve savaşın kapattığı ne varsa yeniden kuruluyor; yaralar sarılmaya çalışılıyor. Kısacası bu adaya gelenler hayata yeniden başlıyor. Geri dönüşlerle belirlenmiş yan hikâyelerse zaman olarak çok gerilere uzanmıyor. Çoğunlukla adaya yerleşenlerin, adaya geliş süreçlerine temas ediliyor.
…
Mekân, elbette Karınca Adası. Adanın yanı sıra, yan hikâyeler aracılığıyla komşu ada olan Kaba Ada’yı, kasabayı, Çanakkale’yi, Sarıkamış’ı, Allahüekber Dağları’nı, Arabistan çöllerini, Karadeniz köylerini de zaman zaman ziyaret ediyoruz.
….