Sadece griler ve siyahlar var içimin derin boşluklarında… Her bir kıvrımımda gizlenen küçük ayrıntıların da giderek karardığını görmek, gitgide canımı yakıyor. Gözyaşlarım kristaldendi eskiden, şimdiyse katran karası akıyor.

Sadece sen vardın içimin boşluklarında… Gürleyen bir çağlayan gibi aktığın, her anımı varlığının mükemmel esanslarıyla doldurduğun günlerin, giderek karanlığa karışması canımı yakıyor. Ellerin masmavi gökyüzünün şifası, kıpkırmızı sevginin habercisiydi eskiden, şimdiyse gittikçe yapışkan siyaha dönüşüyor.

Sadece mutluluk vardı eskiden… Ve sen sadece sen… Sonra mutluğun göz alıcı altın sarısı ve leylak moru… Her anımı, her nefesimi dolduran güzel kokulu mutluluk, giderek kirleniyor kirli kanımla. Kanım akıyor durduramıyorum. Altın sarısı, kirli kırmızıyla kirleniyor, kahverengi çamur oluyor.

Gecenin siyahında bile mavilik vardı eskiden, huzurun sıcak kollarında kırmızı turuncular, dudaklarında yakutlar, ellerinde güneşler vardı. Kapıdan çıktığında ve bütün renklerini de yanına aldığında, ben vardım bir tek ve umutsuz çaresiz siyahlar… Sen vardın, hep renkler vardı. Şimdiyse giderek kararıyor ruhum, engel olamıyorum.

Perdeler bordoydu eskiden, bir şarap kadar tutkulu, bir kan kadar soylu, kırmızının daha da asil bir tonu… İçtiğim her sigaranın dumanıyla onlar bile gitgide grileşti sanki. Zaman kavramı simsiyah bir sarkaca her vurduğunda, kendimi daha yalnız, daha çaresiz, daha kokuşmuş hissediyorum ama engel olamayacak kadar yorgun siyahlarla boyanmışım, biliyorum.

En üzücü olanıysa ne biliyor musun? Sen bırakıp gittiğinde, meleksi ışığının bembeyaz parlaklığı da beni terketti. Ve ben siyahlara gömülmüşken, griler bile beni terkederken, kahverengiler bana engel olurken seni durduramayacak kadar acizdim.

Koyu griler ve siyahlar kaldı en son. Bazen onlar bile beni terketmeye kalkıyor, sonra mutsuzluğum ve umutsuzluğumla yapış yapış olduklarını hissediyor ve son bir kez sıkıca sarılıyorlar bana. İyi bak bana! Çünkü artık renkli düşünemiyorum!

 

Leave a Reply