Zonguldak

Amasra’da görülen bütün o muhteşem şeylerden sonraki durağımız, konaklamak ve ertesi gün gezmek için, Zonguldak’tı. Sağanak yağmur eşliğinde Zonguldak Dedeman Oteli’ne vardık ve yerleştik. Ertesi gün bizi bekleyen doğal güzelliklerden habersiz, günün yorgunluğunu üzerimizden attık.

Zonguldak Cumhuriyet’in ilanından sonra resmen il yapılan ilk şehir. Burada çok fazla tarihi eser bulmak mümkün olmasa da, her köşe başında yığılmış kömürleri ve işlendikleri yerleri görebilmek mümkün. Aynı zamanda doğal güzellikler bakımından da son derece zengin bir yer. Eskiden bir bataklık olan Zonguldak, Romalılar zamanında gelişim göstermeye başlamış. Hellenistik dönemde oluşmuş olan mağaraları ve hala gelişimini sürdürmekte olan Gökgöl mağarasıyla ünlü. Tarihin mitolojik olarak da en zengin kentlerinden biri; bunun sebebi olarak da, Antik Yunan döneminde Hades’in ölüler diyarına taşıyan sandalcının, Zonguldak Limanı’ndan hareket ettiğine dair olan inanışı göstermek mümkün.

Zonguldak’taki durağımız Gökgöl Mağarası’ydı. Toplam 1355 metre olup, sadece 875 metresinin turistlerin gezmesine açık olan mağara, 1988 yılında kültür ve Tabiat Varlığı olarak kabul edilen 10 mağaradan biri ve fosil, aktif ve yarı aktif olmak üzere 3 bölümden oluşuyor. Aktif olması, mağaranın hala oluşumuna devam ettiğinin göstergesi. 3. Jeolojik dönemde oluşmuş ve içinden ırmak geçen bir mağara olmasının yanı sıra, halen aktif olmasından dolayı, oksijen salınımı mevcut ve bu da astım hastalarına iyi geliyor. Girişten itibaren bölümlere ayrılmış; ilk 200 metresi astım salonu, 200-500 arası harikalar salonu ve 500 metreden itibaren de muhteşem salon olarak bilinen bu bölümlerin bu isimleri alması da, karakteristik özelliklerine göre olmuş elbette. Astım salonunda oturulacak banklar bulmak mümkün; bunun sebebi de, Astım hastalarının burada yarım saat geçirmesi son derece faydalı ve iyi geliyor.

1 santimetrelik bir dikit ya da sarkıtın oluşması için en az 200 yılın geçmesi gerektiği düşünülecek olursa; halen oluşmakta olan mağaranın içinin yapışkan olmayan ama kıvamlı bir suyla kaplı olması anlaşılabilir nitelikte. İçindeki sarkıt ve dikitlerin büyüklüğü insanı şaşırtacak nitelikte. Ayrıca kaygan bir zemini olan bu mağarada ufak bir gezintiye çıkma planı olanların, bir ceket ve kirlenmeyecek ve kaymayacak nitelikte ayakkabılar giymesini tavsiye ederim. İçerisinin sıcaklığı 13 derece, ki bu hayli serin demek oluyor. Aynı zamanda sürekli damlayan suların varlığı yeri kayganlaştırırken, bir yandan da çamurlaştırmış. Bu damla suyunun içinde de kalsiyum karbonat, magnezyum karbonat ve demir bulunmakta.

 

Ereğli

Karadeniz Ereğli’sini görmeden ölmek, öbür dünyaya eksik gitmek demektir.

Ereğli’nin adının bir rivayete göre Herkül’den geldiği iddia edilirmiş. Herkül herkesin de bildiği gibi, Zeus’un oğlu olduğu için yarı Tanrı olan, çok güçlü ve bu gücünü iyilik adına kullanıp yerel halka yardım eden bir kahramandır. İşte Herkül Ereğli’de yaşayan halka yardım edince buranın adını Herakleia Pontike koymuşlar. Sonra Herakli, en son bilinen adıyla da Ereğli olmuş.

Gezinin üçüncü durağı da mağaralardı. Cehennem Ağzı Mağaraları dediğimiz üç yapı, Kilise mağarası, cehennem ağzı ve ayazma olmak üzere üçe ayrılmış. Akheron vadisinde yerleşmiş durumda olan bu mağaraların, Hades’in ülkesine giden yolda olduğuna da inanılırmış. İlk durağımız Kilise Mağarası’ydı. Burası tamamen doğal bir mağara olup, St. Nikolas zamanında Hristiyanların kullandıkları gizli bir ibadet yeri olmuş. Kilise mağarası denmesinin sebebi bu. Aynı zamanda mağarada taş sunakları, tütsü koyma yerlerini görmek de mümkün. Mağaranın diğer tarafında ise yer mozaikleri göze çarpıyor. Bir tavus kuşu ve şarabın da yer aldığı mozaiklerde; tavus kuşu kuyruğunda 12 farklı renk barındırdığı için 12 havariyi simgelerken, şarap da o bölgede yapılan güzel şarapları göstermekte. 2001 yılında ziyarete açılan mağarada, askeriyenin de büyük emek ve katkıları olmuş. 2. durağımız olan tamamen mitolojik olan Cehennem ağzı mağarasına giderken eski adıyla phillipos ırmağını (Hades’in ülkesine götüren Kharon adlı kayıkçının sandalıyla yüzdüğü ırmak) görmek mümkün. İkinci mağaramızın öyküsü ise şöyle; Herkül bir gün avlanırken yanlışlıkla kralın kuzenini öldürür. Kral da onu cezalandırmak için 12 tane görev verir. Kralın düşüncesi her ne kadar Herkül’ün bu görevlerden sağ çıkamayacağı olsa da, kahramanımız bu görevlerin altından başarıyla kalkar. Bu 12 görevden sonuncusu Hades’in yer altı ülkesinin kapı bekçisi olan 3 başlı köpek Kerberos’u öldürmektir. Herkül 40 savaşçısını da yanına alarak, bir baca gibi olan Cehennem ağzından giriş yapar ve Kerberos’u öldürür. Bu mağaranın içinde köpeğin sembolik bir yansıması olduğuna inanılan bir şekil, Dante’nin Herkül ve savaşlarını anlattığı resimler ve Meryem Ana’nın silueti de bulunmaktadır. İçinde bir de göl olan bu mağarada, canlı balıklar da ekolojinin bir parçası olmuştur. İnmenin çok zor olduğu, insanın başını çarpmamak için çok dikkat etmesi gereken ve dar bir girişinin olduğu bu mağarayı görmek için bu zorluklarla mücadele etmeye değer. Bu mağarada aynı zamanda ziyarete kapalı bir de tünel girişi bulunmakta. 900 metrelik olan ve kilise mağarasına gizli geçitler bulunan bu tünel henüz ziyarete açılacak kadar da incelenememiş. 3’lü mağara kompleksinin son yapısı ise Ayazma. Ayazma, biri sarnıç biri kutsal göl olmak üzere 2 salondan oluşan geniş bir alan. Sol tarafındaki alan ise kimi zaman festivallerde klasik müzik salonu olarak bile kullanılmış.

 

Leave a Reply