Sabun gibiydin avuçlarımda sen, öylesine kaygan öylesine kaçamak. Gözlerine bakmak sudaki köpüklerin gök kuşağı yanılsamaları gibiydi…
Hatta o kadar diyeceğim ki, bir sabun gibi kayıverdin ellerimden, ıslak zeminde saklambaç ya da kovalamaca oynar gibi sana uzanıp tutmaya çalışırdım ellerimden her kayışında.
Hani her şeyin tam en güzel yerinde sabun düşer, ele avuca gelmez adamı kızdırır ya; sen de aynen öyleydin, tek bir farkla: Sen ellerinden kayınca kızamazdı insan, özgür bir kuş olmalıydın çünkü, hapsedilemezdin. Geri dönüşünü sabırsızlıkla beklerdim hep, ellerim kaygan zeminde sabunu ararcasına köpükten yanan gözlerimle, karanlıkta beyhude yere seni yakalamaya çalışırdım.
Üstelik sabun gibi kokardın. O kadar duru, o kadar temiz; için, dışına yansımıştı muhakkak! Hatta sigara kokun bile bastıramazdı o muhteşem ferah kokuyu… Bir sabun kokusuna dünyaları değişmem diyen ben, aslında senin kokuna sevdalar yakar eritirdim hiç durmadan. Sen bilemezsin, nereden bileceksin, sabun gibiydin, kayar giderdin ellerimden.
Bilmediğimse bir şey vardı. Sevdan içime işleyince ben de sabun gibi olmuştum. Sen gürül gürül üzerimde çağlarken, bütün benliğimi aşkınla ıslatıp beni mutluluklara boğarken; ben tarifi imkansız duygular içinde erirdim. Ben de sabun gibiydim, her sevişimde bir parça daha verirdim sevdamın köpüklerine benliğimden. Sonra kalmadım hiç… Sen de sabun gibi kayıverdin ellerimden.
Yeni aşklara, yeni ufuklara doğru… Yeni sularda, yeniden köpüklenmeye doğru… Çünkü sen hiç bitmeyen bir sabunken, ben bilinmezliklerde yol alırdım.