Evin babası hariç, kendi hayatlarını yaşamakta olan bir aile düşünün. Evin babası ise, klonlama alanında şehrin en iyi doktorları listesine alınmış; ailelere gelecek vadeden çözümler sunan ve klonlama yöntemiyle çocuk evlat edinmeyi tüpte döllenme aşamasında gerçekleştiren bir adam. Yaptığı işlerle, Tanrının elleri tarafından günahkarlar listesinde çoktan birinci sıraya oturmuş, tehdit mektupları ve ölüm ültimatomları alan bir adam. Her şeyden uzak hayatında ise; karısına ve kızına sadık, onları korumayı ölümden bile fazla düşünen bir adam.
Doktor Davis Moore, tüm bu yaşantısının arasında, öncelik arz eden ve klon talebinde bulunan bir aileyle tanışır. Bundan tam bir yıl sonra ise, sıra tam da Finn ailesine gelmişken, kızı tecavüze uğrar ve vahşice katledilir. Yapılan araştırmalar sonuçsuz kalsa da; acılı baba, kızın polisten geri alınan eşyaları arasında, kızının tecavüzcüsünün DNA’sının bulunduğu bir şişeye rastlar. Moore, hem ürkütücü hem de sıra dışı bir fikre kapılır. Kızını olmasa da, kızının tecavüzcüsünü klonlama şansına sahiptir. Geriye tek bir soru kalmıştır: Yıllar sonra da olsa, kızının tecavüzcüsünün gözlerine bakmaya dayanabilecek midir?
Justin Finn, her şeyden habersiz başladığı hayatına, sorunsuz bir şekilde devam etmektedir. Ailesinin gözünde masum bir bebekten farksız olan Justin, yüzünün bir gün, soğukkanlı bir katilin yüzüne dahice bir genetik kopya olarak benzeyeceğinden de habersizdir.
Kevin Guilfoile’in eşsiz ve harika bir kurguyla yarattığı roman, gerek dili, gerek olay örgüsü, gerekse kurgusu bakımından bir solukta okunacak türden. Tüylerinizin diken diken olmasını seviyor ve adrenalin depolanmayı umursamıyorsanız kaçırmayın derim.