fahren1

Kağıt, 451 Fahrenheit’ta yanar

Distopyatik bir gelecekte düşünmekten ve kitaptan arındırılmış bir toplumda itfaiyeciler, yanan evleri söndürmek yerine, evleri yakıyor. Kitaplar yakılıyor. Kitap barındıranların evleri yakılıyor. Bütün edebiyat, tarih vb. birçok alandaki kitaplar bir cümleye inmiş. Düşünmek mutsuzluk getirir anlayışının hakim olduğu bir gelecek kurgusu… Kitapların önem ve işlevinin ne denli yüksek olduğunu müthiş ve etkileyici bir tarz ve kurguyla anlatan Ray Bradbury’nin biraz da okumayan, okuma alışkanlığı olmayan toplumlara ve kişilere getirdiği bir tür eleştiri niteliğinde Fahrenheit 451. Kitabın adının Fahrenheit 451 olmasının sebebi kağıdın 451 fahrenheit’ta yanmasıdır. Kitabın en dikkat çekici ve bu distopyatik dünyanın nasıl olduğunu güzelce açıklayan kimi bölümleri alıntılayarak yazımda yer vermek isterim:

Önceleri kitaplar birkaç kişiye çekici gelmişti, şurada, burada, her yerde. Onlar farklı olmayı göze alabiliyorlardı. Dünyada yer çoktu. Fakat sonra gözler, dirsekler ve ağızlarla doldu taştı dünya. Nüfus iki, üç, dört kat arttı. Filmler, radyolar, dergiler, kitaplar bir çeşit puding hazırlama yönergesi düzeyine indi.

Kitaplar kısaltılmış. Özetler, anahatlar, ufak resimli gazeteler… Her şey komik öykülere, kopuk sonlara dönüşüyordu.

Sözlükler başvuru içindi, fakat çoğunun Hamlet ile ilgili bütün bilgileri, şunu iddia eden bir kitaptaki bir sayfalık özetten ibaretti: Artık nihayet tüm klasikleri okuyabilirsiniz; komşularınızla aşık atabilirsiniz. Görüyorsun; çocuk yuvasından üniversiteye, üniversiteden tekrar çocuk yuvasına. İşte geçen beş yüzyıldaki entelektüel örüntünüz.

Okullar kısaltıldı, disiplin gevşedi, felsefe, tarih, dil dersleri kalktı, İngilizce ve imla gitgide ihmal edilmeye başlandı; en sonunda tümüyle yok sayıldı. Yaşam dolaysız, iş az, eğlence çalışmaktan hemen sonra geliyor. Düğmelere basmaktan, anahtarları döndürmekten, somunları ve cıvataları sıkmaktan başka bir şeyi öğrenmeye ne gerek var? Düğmenin yerini fermuar aldı, insanın gün doğumunda giyinirken düşünecek kadar bile zamanı, bir felsefe saati, dolayısıyla bir melankoli saati yok.

Okullardan araştırmacılar, eleştirmenler, bilginler ve simgesel yaratıcılar yerine; koşucular, atlamacılar, yarışçılar, aylaklar, aç gözler, kapkaççılar, uçucular, yüzücüler çıkınca “entellektüel” sözcüğü de hak ettiği üzere bir küfür hâline geldi. Her zaman bilinmeyenden korkarsınız. Sınıfınızdaki her soruya cevap veren, özellikle “parlak” arkadaşınızdan, kurşundan putlar gibi oturan diğer tüm öğrencilerin nefret ettiğini eminim hatırlarsın. Saatler sonra bile dövmek için, canını acıtmak için seçilen kişi o parlak çocuk değil miydi? Evet oydu. Hepimiz birbirimize benzemeliyiz. Hiç de, anayasanın dediği gibi, kimse eşit ve özgür doğmamıştır, herkes eşit yapılır. Her insan bir diğerinin sûreti olunca herkes mutlu olur; ortada çekinilecek, korkulacak, herkesin kendisini yargılamasına yol açacak dağlar yoktur. İşte böyle! Bitişik evdeki kitap, dolu bir silâhtır. Yak gitsin. Silâhtan kurşunu çıkar. Adamın kafasını kopar. İyi okumuş bir adamın hedefinin kim olacağını kim bilebilir ki? Ben mi? Bir dakika bile böylelerini hazmedemem. Sonunda evlerin hepsi yanmaz duruma getirilince, tüm dünyâda itfâiyecilere eski amaçla gerek kalmadı. O zaman onlara yeni bir görev verildi, bizim anlaşılabilir ve haklı aşağılık kompleksine kapılma korkumuzun odağı olan iç huzurumuzun sorumluları olmak; resmî sansürcüler, yargıçlar ve cellatlar olmak. 

Zenciler “Küçük Siyah Sambo”yu sevmiyorlar, yak gitsin. Beyazlar “Tom Amca’nın Kulübesi” ile ilgili iyi şeyler hissetmezler, yak gitsin. Birisi çıkmış tütün ve akciğer kanseri hakkında bir kitap yazmış. Sigaracılar ağlıyor mu? Yak kitabı. Sükûnet Montag. Huzur, Montag. Kavganı dışarı çıkar. Daha da iyisi, yakıp kül eden makinene at. Cenâzeler üzücü ve paganca mı? Onları da yok et. Bir insan ölümünden beş dakika sonra büyük bacadan gökyüzüne doğru yol alır. Yakma makineleri helikopterlerle bütün ülkenin hizmetine sunulmaktadır. Bir adam ölümünden on dakika sonra kara toz zerrecikleri olur. Bireyler üzerine anılarla tartışmayalım. Unut onları. Hepsini yak, her şeyi yak. Ateş parlaktır, ateş temizdir.

Eğer politik bakımdan mutsuz bir adam istemiyorsan, kaygılandıracak bir soruda ona iki bakış açısı verme, birini ver. Daha da iyisi hiç verme. Bırak savaş gibi bir şeyin olduğunu unutsun. Eğer Devlet yetersizse, havâleliyse ve vergi delisiyse, insanların Devlet üzerine endişelenmesindense  bırak böyle olsun. Huzur, Montag. Onlara yarışmalar düzenle: En popüler şarkıların sözlerini, devletlerin başkentlerini veya Iowa’da geçen yıl ne kadar mısır yetiştirildiğini bilerek kazansınlar. Onları patlamalarına neden olmayacak bilgilerle doldur, öyle lânet olası olaylarla tıka basa yap ki, kendi bilgileriyle gerçekten “zekî” hissetsinler. Sonra düşündüklerini hissedecekler, hiç kımıldamadan hareket ettikleri hissine kapılacaklar ve mutlu olacaklar, çünkü bu tür olaylar değişmezler. Olayların bağlantılarını kurmaları için onlara felsefe veya sosyoloji gibi kaypak şeyler verme. O zaman melânkolik olurlar.

fahren2

Kitap, âdetâ toplumumuzun azımsanamayacak büyük bir kesimini irdeliyor, tasvir ediyor. Ve bu yapay mutluluğun, olumsuz, can sıkıcı gerçeklikleri bilmemenin verdiği yapay mutluluğun nasıl bir felâkete dönüşebildiği de kitapta anlatılıyor ve tasvir ediliyor. Kitaptaki totaliter devlete benzeyen otokrat zihniyetteki devlet yöneticilerimiz de farklı yöntemlerle toplumu uyuşturmaya devam etmektedir. Bu yüzden bu kitabı okumanızı öneriyorum sevgili okurlar.

 

[box_dark]Kaynak[/box_dark]

Fahrenheit 451, Ray Bradbury, İthaki

 

Leave a Reply

2 comments

  1. Nazlı Hilal Kaya

    Öyle bir distopya ki sadece kitaplar değil, her şey yasak. İnsanı okumaya düşünmeye itecek her şey. Yeni kitaplar yeni ürünler üretmeye itecek her şey. Yavaş araba kullanmak bile yasak çünkü …
    “I sometimes think drivers don’t know what grass is, or flowers, because they never see them slowly. If you showed a driver a green blur, Oh yes! he’d say, that’s grass! A pink blur! That’s a rose garden! White blurs are houses. Brown blurs are cows. My uncle drove slowly on a highway once. He drove forty miles per hour and they jailed him for two days. Isn’t that funny, and sad, too? “

  2. September

    Distopyatik ne be ? Distopya yada distopik nedir ona..