“Biz onun gibi insan yüzleri çizemiyoruz.”
Pablo Picasso…
Frida Kahlo; hayatım boyunca imreneceğim, takdir edeceğim ve unutamayacağım bir kadın olarak iz bıraktı bende. Öncelerinde de tablolarını, özellikle otoportrelerini beğenir, hayatını acılı bir şekilde geçirdiğini bilirdim. Fakat son olarak; Frida’nın hayatını anlatan filmi izlemem ve sonrasında yaptığım detaylı araştırma, beni kendisine hayran bıraktı. Meğerse ne kadar da boş bakıyormuşum resimlerine; acılarına dokunmayı bırak, neredeyse görememişim bile. 47 yıllık hayatına, adeta bir asır sığdırmış Meksikalı ressam. Belki de onun günümüzde hala dillerden düşmeyen eserleri, onların bu inişli çıkışlı hayatının büyük bir yansıması olduğu içindir.
Hayatının 2 dönüm noktası var desek yeri; biri 19 yaşında geçirdiği ve bütün hayatını altüst eden trafik kazası, diğeri de hayat arkadaşı Diego Rivera. Fakat Frida’nın acıları, henüz 6 yaşındayken başladı. Babasıyla çıktığı bir gezintide düşerek çocuk felci geçiren Frida’nın o günden sonra bir ayağı sakat kaldı ve kendisine “tahta bacak Frida” dendi. Frida o günler için; “Bir gerçek varsa o da bedenime acının ilk kez o gün girmiş olduğudur.” dedi. Dönemin en iyi eğitim veren kurumu olan Ulusal Hazırlık Okulu’na kaydoldu ve bu okul sayesinde o zamanın kültürel ve politik hayatına yakınlaşmakla kalmadı, sonraları Meksika düşün hayatında etkin olacak isimlerle dostluk kurmasını da sağladı. 17 Eylül 1925’te geçirdiği kazayla bütün hayatı değişti. Bindiği otobüs, tramvayla çarpıştı ve birçok kişinin öldüğü kazada, Frida Kahlo ağır yaralar alsa da kurtulmayı başardı; ama uzun bir süre yatağa bağlı kaldı. İşte tam bu sırada, resim Frida için başladı. Annesi ve babasının teşvikiyle yatağının üstüne ayna konuldu ve kendi portrelerini resmetmeye başladı. Kendi deyimiyle; “Kimliğimi çalan aynadan kendi görüntümü çaldım.” der ve böylece resimle tanışır. Onun hayatını, acılarını resimlerine bakarak biraz olsun hissetmek mümkün; çünkü ne zaman dayanılmaz acılar çekse, resme başvurmuş ve derdini resme anlatmış sanki.
Gelgelelim, aşktan yana da hiç şansı olmamış Frida’nın. İhanetlerle dolu bir evliliği, kendinden yirmi bir yaş büyük bir eşi ve ona karşı duyduğu, dinmek bilmeyen büyük aşkı. Onların aşkı, fil ve güvercine benzetilmiş. Şişman ve iri yarı Diego Rivera, minik ve minyon Frida Kahlo. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen, çok aşık olduğu Diego’yla onun üçünçü eşi olarak evlenmiş. Birçok kez ihanete uğrayan Frida, en sonunda onu ablasıyla aldatan Diego’yla boşanma kararı alır, fakat bu karar da ancak bir yıl sürer ve dayanamayıp tekrar evlenirler.
Daha başka ne yaşamış olabilir ki dediğinizi duyar gibiyim, fakat eminim atladığım o kadar çok şey var ki, hepsini anlatmaya çalışsam sayfalar yetmez.
Ama belki izlemek isterseniz; onu iyi özetleyen bir film var. 2002 yılında çekilen film; Amerika, Kanada ve Meksika ortak yapımı. Filmde Frida karakterine, Salma Hayek can vermiş desek az kalır; adeta Frida’nın ruhunu ortaya koymuş bana göre. Diego Rivera rolünde ise, Alfred Molina yer alıyor. Filmin en beğendiğim yönü; tabloların nasıl oluştuğunu göstermesi, çünkü hepsinin bir hikayesi var Frida’nın hayatında. Film IMDB’den 7,4 puan almış olmasına rağmen; 6 dalda Oscar’a aday olmuş ve 2 dalda bu ödülü (makyaj ve özgün müzik) kucaklamayı başarmış. Fragmana göz atmak isteyenler için: