Okuyucuların elinden düşürmediği Süveyda’nın ardından, Mim isimli kitabı da piyasaya çıkan Berna Uslu Kaya ile çok güzel bir röportaj gerçekleştirdik. Bilkent Laboratory and International School’da görev yapan Yazar Berna Uslu Kaya, projeleri ve yeni çıkan Mim hakkındaki sorularımızı yanıtladı. Şimdi sizleri bu güzel sohbet ile baş başa bırakıyoruz.
GazeteBilkent: Öncelikle röportaj yapma isteğimi kabul ettiğiniz için teşekkürler. Kendinizden kısaca bahseder misiniz?
Bu güzel buluşma için ben teşekkür ederim. Kendimi anlatırken çok eskilere gitmeden tanıtayım isterseniz. Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi, Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliğinden 2007 yılında mezun oldum. Aynı yıl üniversitemde “Yeni Türk Edebiyatı” ana bilim dalında yüksek lisans programına başladım. “Peyami Safa’nın Romanlarında Mutsuzluğun Kaynakları” isimli tezimle 2009 yılında yüksek lisansı bitirdim. 2010 yılında, BLIS’te göreve başladım. 2011 yılında ilk romanım Süveyda çıktı. 2012’de de bir süre ara verdiğim akademik dünyama döndüm. Balıkesir Üniversitesinde doktoraya başladım. Bu yıl doktoram biter diye umuyorum. 2015 Temmuz ayında da ikinci romanım Mim çıktı. Bu arada, tüm yaşamımı kucaklayan Hüma isimli bir kızım var.
GazeteBilkent: Akademisyen yanınız doktora ile bitecek mi? Devam mı?
Bu kadar emeğin ve çabanın ardından bitmeyecek elbette. Devam yani…
GazeteBilkent: Akademik yazılarınız da var öyle değil mi? Bir yandan da bu alanda yazılar yazıyorsunuz?
Evet. Çeşitli dergilerde makale, deneme yazılarım yayımlanıyor. Akademik yaşam ve bu anlamda yazdığım her şey benim için çok kıymetli.
GazeteBilkent: BLIS Genç Yazarlar Kulübünüz var bir de? Kısaca onu da anlatır mısınız?
Kulübün dördüncü yılı bu sene. Her yıl çeşitli dernek ve vakıflara kitap yazarak katkı sağlıyoruz. İlk yıl LÖSEV, ikinci yıl ZİÇEV için yazdık. İki yıldır da “Sarp’ın Umudu” derneği için yazıyoruz. Canavan hastalığını tanıtmak, o çocuklara el uzatmak için. Benim yazar kimliğimin çocuklara ilham kattığını görmek, onlara yazma aşkı kazandırmak, onları sosyal sorumluluk noktasında yüreklendirmek tarifsiz bir doyum. Kulübümün çıkış noktasını, kitap sürecini başka bir zaman uzun uzun paylaşmak isterim. Kısaca, öğretmenliği, çocuklarımı, işimi çok seviyorum.
GazeteBilkent: Bir de yazar dünyanız var tabii? Ne zaman karar verdiniz roman yazmaya? Bu sizin için bir hobi mi meslek mi?
Bu anlattıklarımı belki tuhaf bulacaksınız ama ben hep günün birinde yazar olacağımı biliyordum. Bunun ilk adımı ortaokul yıllarım. Çılgınca roman okurdum, özellikle de dünya klasiklerini. Bir de öyle çocuk versiyonlarını da değil. İlk Dostoyevski ile başlamıştım. Suç ve Ceza’sı ile. O romanı kaç kez okudum bilmiyorum o dönemde. Sonrasında Dostoyevski’nin tüm romanlarını okudum. Bazılarını birden fazla… Tolstoy, Kafka, Hugo, Balzac, Turganyev… Şimdi düşünüyorum da, çok tuhaf bir okuma serüvenim vardı. Bir yazarı okudum demek için tüm romanlarını alırdım. Takıntılı bir okuma yani… Roman yazmaya gelince… Karşı koyamadığım bir şey bu. Hobi diyemem. Meslek de diyemem, çünkü roman yazarken ruhumu katıyorum satırlara. Bu çok daha ötesi belki de…
GazeteBilkent: Siz de en çok kalan yazarlar kimdi? Yani sizi en çok etkileyen?
Dünya edebiyatında hiç şüphesiz Dostoyevski ve Kafka… İlk yazma eylemim Dostoyevski ile oldu. Bir deftere sürekli yazılar yazardım. Kendi kendime de konuştuğum söylenir.
GazeteBilkent: Bizim edebiyatımızdan kimler var listede?
Bu liste çok kabarık tutar, ama birkaç ismi söylemeden geçemem. Klasik şiirde, Fuzuli ve Şeyh Galip. Son dönemlerden, Ahmet Haşim… Ahmet Haşim söz konusu ise, Fransız sembolistleri. Özellikle Baudelaire, Mallerme, Valery… Tanpınar, Oğuz Atay…
GazeteBilkent: Süveyda romanınızda da Mim’de de mistik bir yan var. Bunu ne besledi peki?
Küçük yaşta tanıştım tasavvuf felsefesi ile. Annem sayesinde. Annem de öğretmendir. Annem bana sürekli Mesneviden, Sadi’den okurdu. Sonra birlikte geceler boyu konuşur, tartışırdık. Ben o gecelerin sabahında ufkumun genişlediğini hissederdim. Annem bana şiirler de okurdu. Kendisi de şairdir bu arada. İlk ilham kaynağımdır annem. Beni şairliğin geniş hayalleri ve harika kişiliği ile besledi, hala da besliyor. Üniversiteyi birlikte okuduk sayılır.
GazeteBilkent: O halde şiir mi roman mı?
Kesinlikle şiir. Şiir çok büyülü bir dünya… Hala şiir yazarım. Aslında ben şiirlerimin romanını yazıyorum. Süveyda’nın da Mim’in de şiirsel dili buradan geliyor. Hatta Süveyda’nın her bölüm başında kendi şiirlerim var.
GazeteBilkent: Öyleyse henüz basılmamış bir şiir kitabınız da var.
Evet. Bir gün belki de ona da sıra gelecek diye umuyorum.
GazeteBilkent: Yazma sürecinizden kısaca bahseder misiniz?
Kurguyu önce ruhum tadıyor, sonra zihnime sunuyor. Ardında da varsa araştırma süreci geliyor. Mesela Süveyda’da sırf bir iki cümle için, bir ay Roma Hukuku çalıştığım oldu. Mim’de ise daha çok Rumeli ağzını yazabilmek için çalıştım. 1940’lı yıllarda Edirne’nin köyünde geçen konuşmalarda, o dili doğru vermek için eski Rumeli ağzı konuşmalarını ve şarkılarını dinledim. Özellikle Macaristan coğrafyası üzerine araştırma yaptım. Çünkü mitolojik öykü orada geçiyordu. Sonra “Aran Ovası” dedim mekana. Ural, Çınay, Avem gibi yapıya ve döneme uygun isimler kurguladım. Kısaca teknik kısımlar diyorum ben bu sürece. Bir de yazma eyleminin kendisi var tabi. O bambaşka bir süreç. Düzyazı ve şiir birbirinden çok ayrı olsa da, benim ruhum şiir dili ile düşünüyor sanırım. Yani bana roman da şiir tadında geliyor. Hatta kafiyeli oluyor cümleler. Bunu kesinlikle bilerek yapmıyorum. Hatta bazen bazı cümleleri düzeltmek için geri döndüğümde, tek bir kelimeyi aradan çektiğinizde tüm kurgu üzerime yıkılıyor gibi oluyorum. Süveyda’da düzeltmek istediğim bir cümle için günlerce düşündüğümü hatırlıyorum.
GazeteBilkent: Düzeltmiş miydiniz?
Hayır. Düzelmemişti. O zaman anlamıştım zaten kendim de olsam, kaleme saygı duymam gerektiğini. Düzeltmeden maksadım, kurgusal ya da edit kısımları değil. Şüphesiz bu noktalara geri dönüp, varsa düzeltmeler, eklemeler yapıyorum. Kısaca üslupsal uyumdan bahsediyorum.
GazeteBilkent: Yazmak için günün hangi saatini seçiyorsunuz?
Hüma’nın uyuduğu saat demeliyim aslında. Bu da geceleri oluyor. Bugüne kadar ne akademik sürecimde ne de roman yazarken onun zamanından çalmadım. Çalışma odama çok acil olmadıkça kapandığımı hatırlamıyorum. Zaten onunla vakit geçirmek bana da çok iyi geliyor.
GazeteBilkent: Zor olmuyor mu peki?
Oluyor tabi. Uykusuz kalabiliyorum. Geç yatıyorum. Televizyon seyretmek nasıl bir şeydi unuttum. Kendime kalan her vakitte koşa koşa çalışmalarımın, kitaplarımın yanına gidiyorum. Yoğun bir okuma sürecim var doktoradan dolayı. Her gece mutlaka okuyorum. Roman yazıyorsam da çok düzenli olarak yazı faaliyetim oluyor. Tüm bunları yapmak zorunda mıyım? Yorucu mu? Elbette zorunda değilim, tabiî ki yorucu, ama herkes yoruluyor bir şekilde. Ben en azından çok sevdiğim işleri yaparken terliyorum.
GazeteBilkent: Başarınızı disiplin mi getiriyor?
Önce kendime saygı… Yaratılan her şeye, canlı ve cansız ayırt etmeden. Disiplin, bolca fedakarlık, her zaman planlı hareket etme ve elbette aşkla yazma, yani istek.
GazeteBilkent: Yazar olmak isteyenlere bir tavsiyeniz var mı?
Okumak, okumak, okumak… En önemli önerim budur. Okumak kavramını biraz açarsak da, önce kendini okumak, anlamak… Zira, kendini okumasını bilen, başka eserleri daha kolay algılıyor. Türk ve Dünya edebiyatından klasikleri mümkün olduğunca okumak… Yani duyarak değil; okuyarak öğrenmek. Defalarca okunmuş bir eseri bile, asla okunmuş, bitmiş olarak görmemek. Bilirsiniz başınız çok yukarıda olursa, asla ayağınızın altındaki güzellikleri göremezsiniz. Her zaman öğrenenlerden olmayı kabul etmek. Gerektiğinde insan dışındaki canlılardan bile öğrenmeye açık olmak. Son olarak da, yaratılmış her şeyde gözlenebilecek bir yan bulmak. Yani bakmasını öğrenmek gerekir. Bence hepimiz “insanlara bakma sanatı” diye bir eğitim almalıyız. Bakışımızı terbiye etmeliyiz.
GazeteBilkent: Neden Mim? Diyelim o zaman… Mim kısaca ne anlatıyor?
Neden Mim? Bu çok zor bir soru. Mim’in şekilsel ve imsel çağrışımlarından yaralandım aslında. Mim gibi olmak belki de… Mim, mitolojiyi geçmişe; geçmişi şimdiye bağlayan bir roman. Üst kurmacada Meryem ve Ali’nin “suskun aşkı”; alt kurgudaki Çınay ve Ural’ın aşkıyla bütünleşmekte. Meryem, Çınay’a; Ali, Ural’a dönüştükçe de aşkın büyüsü mitik ve mistik bir havaya bürünüyor. Roman her ne kadar çok uzun bir geçmişi anlatsa da, aslında Meryem’in ölüm yatağındaki iki gündüz, bir gecesini kapsamakta. Meryem, ablasının kızı Deniz ile konuşurken kurguyu seksen sene öncesine götürüyor. Mim de üç zaman var. Bir, mitik zaman, ikincisi 1940’lar ve şimdi. Bu üç zaman Meryem’in son anlarında birleşiyor.
GazeteBilkent: Mim bir aşk romanı o zaman?
Aşk romanı değil aslında. Âşıklığa dönüşümün, “dilsiz kaval” eşliğindeki sessiz hikâyesi. Yani aşka tutunanları anlatıyor.
GazeteBilkent: Mim’deki mitolojik anlatı gerçek mi?
Hayır. İsimler de dâhil hepsi benim mitimin kurmacası.
GazeteBilkent: Mim’i birkaç kelimeye nasıl tarif edersiniz?
Mim, suskun bir aşkla mimleniş derim.
GazeteBilkent: Yeni projeler var mı?
Elbette… Hiç bitmiyor ki… Üçüncü romanım yavaş yavaş şekilleniyor ruhumda. Adını ilk kez söyleyebilirim: “Yüzümün Yarısı.” Kişileri yaşamaya başladım bile.
GazeteBilkent: Berna Hanım sorularımızı cevaplandırdığınız için çok teşekkür ederiz, projelerinizde ve çalışmalarınızda başarılar dileriz.
Ben de sizlere ve tüm Bilkent Üniversitesi öğrencilerine başarılar dilerim. Güzel sorularınız için ise ayrıca teşekkürler.