Şu sıralar İkinci Dünya Savaşı filmlerine çok sık denk gelmeye ve art arda izlemeye başladım. 2001 yapımı Jude Law ve Joseph Fiennes’in oynadığı Kapıdaki Düşman (Enemy at the Gates) ve Brad Pitt – Marion Cotilard ikilisinin yer aldığı Müttefik (Allied) filmlerinin ardından vizyondaki filmler arasında bir başka İkinci Dünya Savaşı filmine rastladım. İngiliz yönetmen David Leveaux’un yönettiği İstisna (The Exception), aynı türden izlediğim diğer filmlerden farklı olarak İkinci Dünya Savaşı’nı yenik bir kralın ve ülkesine bağlılığını sorgulayan bir askerin gözünden anlatıyor. Kaiser Wilhelm II, 1888’den 1918’e kadar Prusya’nın “kaiser”i yani imparatoru olmuş ve Birinci Dünya Savaşı’nın öne çıkan figürlerinden biri hâline gelmişti. Savaş sonunda ise savaş suçlusu ilan edilmesi konusunda hemfikir olanlar ya da onu kahraman olarak görenlerden oluşan iki farklı kitle oluşmuştu. En sonunda tahttan inmeye zorlanan imparator, geri kalan hayatını Hollanda’da uzun bir sürgünde geçirmişti. İşte film de tam olarak tarihin bu kesitinde başlıyor. Adolf Hitler’in zulümlerinin dünyayı kasıp kavurduğu bir dönemde, Kaiser, Hitler sempatizanı ikinci eşi Hermine Reuss’un da etkisiyle tahtını tekrar elde edebileceğine dair umutlanmıştır. Sürgündeki malikânesinde onu soruşturmaya giden Alman askeri Stefan Brandt ise ülkesine sadık bir Alman askeridir. Holandallı casusların kralı izlediği duyumuyla onu kontrol etmek üzere kralın malikânesine yerleşip gizli bir görev yürüten Brandt, kaiserle tanışmasının ardından kendisiyle ilgili bazı şeyleri de keşfedecektir. Kralın Yahudi hizmetçilerinden Meike’ye âşık olması da her şeyi zorlaştıran başka bir faktör olacaktır. Kaiser’in tekrar tahta dönme umutları SS’lerin acımasız komutanı, Hitlerin en yakını, Heinrich Himmler’in Hollanda’daki malikaneye bir ziyarette bulunacağı haberi ile daha da güçlenir. Malikânedeki herkes bu büyük ziyarete hazırlanırken birçok sır açığa çıkacak ve sadık bir Alman askeri olan Brandt’in de aşkı, ülkesi ve inandıkları arasında zorlu tercihler yapılması gerekecektir.
Kısaca bu şekilde özetleyebileceğimiz filmde aslında birkaç temel çıkmaz var. İlk olarak geride bıraktığı ülkesini özlemle anan ve ülkesinin geldiği korkunç hâle inanamayan Wilhelm ve karısının ayakta kalma çabalarını görmekteyiz. SS lideri Himmler’in evlerine yaptığı ziyarette söylediği, engelli insanların ülkenin servetini nasıl sömürdüğü ve yok edilmeleri gerektiği ile ilgili sözler; Kaiser ve karısına, merhamet bekledikleri, insanlıktan çıkmış bu rejimin gerçek yüzünü gösterir. Yapabilecekleri hiçbir şey yoktur. Bu sözler Hitler’in gerçek yüzünü görmeyi reddeden ve tekrar kraliçe olma umutlarıyla ayakta duran Hermine Reuss’a tokat gibi çarpar.
Bir diğer çıkmaz ise acımasız Hitler rejiminin yarattığı yıkıma karşı hem ülkesine hem de aşkına sadık kalmaya çalışan Brandt’in çıkmazı. Meike’nin “Brandt, onlar kanun, sen istisnasın,” sözü ise Nazi rejimi altında insani duyguları ve ülkelerine olan bağlılıkları arasında sıkışmış birçok istisnalar olabileceğini vurguluyor belki de. Fakat bu noktada bu mesajı vermek için film daha derinlikli bir Brandt karakterine ihtiyaç duyuyor. Filmi öne çıkarabilecek en önemli kişilerden biri olmasına rağmen, bir istisna olarak Brandt’in karakteri biraz zayıf ve sığ olarak işlenmiş. Brandt, kendi içindeki çatışmalarının sonucunda, ancak filmin sonlarına doğru harekete geçebiliyor. Filmdeki aşk hikâyesiyle ilgili de oldukça fazla olumsuz yorum var. (İlişkinin aniden başlaması ve inandırıcı olmadığı yönünde.) Belki de aşk hikayesi Brandt’in karakterine biraz daha derinlik katacak şekilde işlenebilirdi.
Bütün bu küçük noktaların dışında filmin hiç sıkmadan kendini izlettirdiğini ve izleyicilerin filmden bekledikleri heyecan, merak, aşk, acıma gibi duyguları bulabileceğini söyleyebilirim. Filmi izledikten sonra anlatılan olay hakkında biraz araştırma yapmanız da bu savaşın hâlâ ne kadar çok bilinmeyen ve sıra dışı hikaye barındırdığını görmenizi sağlayabilir. Görünen o ki İkinci Dünya Savaşı konulu daha birçok filmle karşılaşacağız. Şimdiden iyi seyirler…