Burada hiç kimse için artık bir kurtuluş şansı olmadığı açık, aslında körlük biraz da bu: Hiçbir umudun kalmadığı bir dünyada yaşamak.

José Saramago

José Saramago

Körlük‘ün bir özeti denebilir bu cümleye. Körlük insanlığın varoluş sürecinin bir sancısıdır. Bizim umursamadığımız bir engelin nasıl bir felakete dönüşebileceğini anlatır. Körlük salgını insanlığın şimdiye kadar kurduğu tüm düzeni yıkar. Ahlak, din, yasa, teknoloji, kurallar ne varsa birden yok olur. Yok olmayan tek şey insani içgüdüler ve onların doyurulmasıdır.

Kitabın ilerleyen sayfalarında “Korku insanı kör eder.” der Saramago ve bu cümleyle “körlük” kavramını derinleştirir. Körlüğü sadece görememe durumundan çıkarır ve bambaşka bir boyuta taşır. Siyasi ve sosyal alanda irdeler.  “Görün!”, “Uyanın!” sloganlarını çağrıştırır ilk bakışta. Fakat olay sadece bakıp görmekten ibaret değildir. Görmek işin sadece başlangıcıdır, görüp gerçekliği sorgulamak, üretmek, var olabilmek esastır.

Kitabın 2008'de çekilen filminin afişi

Kitabın 2008’de çekilen filminin afişi

Tüm bunların yanında görmek çok ilkel bir yeti olarak kalır. Karantina altına alınan körler odalara ayrılır ve gruplaşmanın olduğu her toplulukta olduğu gibi güç çatışması başlar. Açlık, güç çatışmasını savaşa dönüştürür. Değerli eşyaları karşılığında, silahlı körlerin bulunduğu odadan aldıkları yiyecekler tükendiğinde, silahlı körler yemek karşılığında kadınları ister. Olay şimdi garip bir biçimde mantıklı bir hal almıştır. Değerli eşyaların karantina altındaki körlerin içinde ne işe yarayacağı sinir bozucu bir sorudur. En değerli eşya, temel ihtiyaçlardan başka bir şey değildir. Bu modern dünyada ahlaksızlığın tavanı sayılan davranışın ardından hastanede işler karışır. Yangın çıkar ve kapıya doğru koşmaya başlarlar. Koşmaya başladıkları anda ölmeleri gerektiğini bildiklerinden kapıya vardıklarında hala yaşıyor olmaları garip gelir. Gariptir çünkü artık tüm şehir kördür, doktorun karısı dışında. Bir çok filmde, dizide ve kitapta gördüğümüz bir manzara vardır şehirde. Vahşileşen insanlar, kibarlıktan kırılan budalaların elleri omuz hizasında kalkık bir şekilde yemek aramaları, utanılıp saklanan her şeyin sokaklarda ulu orta olması, yemek için işlenen cinayetler… Kör olmamak verilen bir ceza gibi…

Sineklerin Tanrısı’nda olduğu gibi bu kitapta da toplumdan ve kuraldan kopuk bir duruma bırakılan insanların deyim yerindeyse nasıl zıvanadan çıktıkları anlatılır. Aklın yok olmasını, güdülerin ve duyuların egemenliğini anlatır. Varlığınızı tekrar tekrar sorgulatır. Gökdelenlerimizin ışıklı pencerelerinin tamamen yalan olduğunu bir kez daha görürüz. Düzgün asfalt yollarımız, iliğimizi kurutan okullarımız, ahlak kurallarımız, büyük mahkemelerimizdir belki bizi kör eden. Beyaz bir körlük siyah bir körlükten daha tercih edilebilirse eğer, değişmek imkansızlaşır.

Leave a Reply