“Chemistry is the study of transformation”
50 yaşına basmış, lisede kimya öğretmenliği yapan, ek iş olarak otomobil yıkayan, orta sınıf bir Amerikan ailesine mensup Walter Hartwell White, bir gün kanser olduğunu öğrenir. Ev ekonomisine katkı yapmak adına internetten öteberi pazarlayan eşi Skyler, koltuk değneklerine mahkum oğlu Walter Jr. ve doğacak kızı Holly’e kendisi öldükten sonra yaşamlarını sürdürebilmeleri için para bırakmak isteyen Walter, narkotikte çalışan kayın biraderi Hank aracılığıyla biraz bilgi sahibi olduğu uyuşturucu piyasasına yönelir.
Şu aşamada ortalama bir Amerikan film veyahut dizi senaryosundan çok daha orijinal, pek bir öge barındırmayan bu dizi nasıl oldu da televizyon tarihinin en efsane yapımları arasında kendine görmezden gelinemeyecek bir yer bulabildi?
Evet, 29 Eylül 2013 tarihli final bölümüyle ekranlara veda eden Breaking Bad’den bahsediyoruz. Aslında diziyi en üstteki alıntı ile özetleyebiliriz. Walter White’ın J. P. Wynne Lisesi’nde dersteyken kendisini pek de ciddiye almayan öğrencilerine sarf ettiği bu cümle -adeta kehanetmişçesine- bölümler geçtikçe şok edici bir şekilde gerçeğe dönüşmüş; sakinliğiyle bilinen, uysal, ağırbaşlı kimya öğretmeni Walter ünü sınırların dışına yayılacak acımasız bir metamfetamin imparatoru haline gelmiştir. Walter’in, ya da açığa çıkmamak adına uyuşturucu piyasasında kendini tanıttığı adıyla Heisenberg’in “transformasyonu” dizinin ana hikayesini oluşturmakla birlikte ana karakterin ruhsal olarak geçirdiği acı dolu süreç, kendine ve yan karakterlere psikolojik bunalım yaşatan gidip-gelmeleri ve kendi içindeki “şeytanı” tanıma maratonu bu ana hikayeyi destekleyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor.
Kimya alanında geniş bir birikimi bulunan White, gençlik yıllarında kuruluşuna büyük katkıda bulunduğu Grey Matter Technologies adlı şirketten ufak bir anlaşmazlık sonucu ayrılmış, şirketin diğer ortakları ise ilerleyen yıllarda Walter’ın temellerini kurduğu bu işletmeden milyon dolarlar kazanmıştır. Kİmya alanında hak ettiği saygıyı bir türlü bulamayıp, ek iş olarak çalıştığı oto yıkamacıda kendi öğrencileri tarafından aşağılanan Walter, metamfetamin adlı uyuşturucu maddenin üreticilerinin son derece ilkel şartlarda çalışmalarına rağmen ürünlerini oldukça yüksek bir fiyata sattığını fark eder. Engin kimya bilgisinin yardımıyla uyuşturucu sektörünün büyük saygısını kazanan karakterimiz, tam anlamıyla göklere çıkarılmanın tadını belki de ilk defa almıştır.
Sıkı dizi takipçilerinin “Malcolm in the Middle” adlı sit-com’daki çatlak baba Hal karakteri veya “How I Met Your Mother” dizisinde ara sıra ortaya çıkan Ted’in patronu rolüyle tanıdığımız Bryan Cranston’un Walter White karakteri için seçilme sürecinde yayıncı kanal AMC yöneticilerinin, Cranston’ın aldığı komedi ağırlıklı roller sebebiyle kendisini geri çevirdiğini fakat dizinin yapımcısı ve senaristi Vince Gilligan’ın ısrarlı tavrı sonucu diziye alındığını öğreniyoruz. Gilligan, Craston’u “Malcolm in the Middle”daki rolü dolayısıyla değil, kendisinin de yazarları arasında bulunduğu “The X Files” adlı dizide canlandırdığı karanlık bir antisemitist terörist rolünden yola çıkarak seçtiğini aktarmıştır. Gilligan, The Star-Ledger gazetesine verdiği röportajda, “Rol aynı zamanda hem sempatik, hem nefret edilesi bir karakter olabilecek bir aktör gerektiriyor ve Bryan bunu yapabilecek tek aktör, bu hileyi yapabilecek tek kişi. Nasıl yapabildiğine dair ise hiçbir fikrim yok.” demiş, asıl amacının onu “yavaş yavaş ‘Scarface’ haline getirmek ve karakteri git gide daha az sempatik hale getirmek” olduğunu belirtmiştir. Nitekim Malcolm in the Middle dizisiyle üç defa Emmy’e, bir defa Altın Küre’ye aday gösterilen Cranston’ın bir türlü ödül alamamış olmasına karşın Breaking Bad ile üst üste 3 yıl Emmy “Drama Dalında En İyi Aktör” ödülününe ambargo koyması veya Sir Anthony Hopkins’in Bryan Cranston’ın performansının “gördüğü en iyi oyunculuk” olduğunu söylemesi Gilligan’ın yeterince haklı çıkmış olduğunun açık bir ispatı.
Cranston’ın dizi sırasında Walter White karakterinin gelişimine katkıda bulunduğunu bizzat Gilligan aktarıyor. Örnek olarak White’ın adeta alametifarikası haline gelmiş beyaz iç çamaşırı verilebilir. Gilligan, dizi boyunca gözümüze çarpan bu objenin Cranston’ın fikri olduğunu anlatıyor ve amacının “karakteri olabildiğince acınası gösterebilmek” olduğunu söylüyor. Bu ve bunun gibi “sempatik” faktörler, dizinin bazı hayranlarının Walter’i nerdeyse son bölüme kadar “her şeyi ailesi için yapan bir kahraman” statüsüne yerleştirmesine yol açıyor. Ne var ki ilk sezonda bir hesap yapan Walter’ın, ailesinin ölene kadar refah içerisinde yaşayabilmesi için ihtiyacı olan 737 bin doları bulduktan sonra bu “pislikten” elini ayağını çekeceğini söylemiş olmasına rağmen sonraları hırsına yenik düşmesi, hayatı boyunca belki de ilk defa bu kadar muteber biri olmasına yol açan uyuşturucu üreticiliği işinde devam etmesine neden oluyor.
Breaking Bad‘i öne çıkaran faktörlerden -şüphesiz- en önemlisi kusursuza yakın bir senaryoya sahip olması. Alelade bir yere bırakılmış objelerin bölümler hatta sezonlar sonrasında dahi anlamlı bir şekilde karşımıza çıkması gibi ayrıntılar bir yana, bölümlerin başında gösterilen ve ilerki bölümlerle ilgili çeşitli kısımlar barındıran sahnelerin dizinin sonraki bölümleri ile olağanüstü bir şekilde entegre edilmesi Gilligan’ın keskin zekasını gösteriyor. Dizinin sonu itibarı ile -bazı popüler dizilerde rastlanılan- sansasyonel, izleyicileri şaşkınlıktan koltuğa çivileyecek bir son yazılmamış olmasına rağmen dizinin takipçilerinin neredeyse hepsinin takdirini kazanmış, etkileyici, parçaların mantıklı bir biçimde birbirine bağlandığı bir final bölümü serinin kalitesini ortaya koyuyor.
Bazı dizilerde kimi zaman –çoğunlukla reyting kaygısıyla- hikayenin gereksiz yere uzatıldığını, adeta sündürüldüğünü görürüz. Karakterler durduk yere kavga edip barışırlar, gerilim yapay bir biçimde yükseltilir, benzer olaylar –bazen espriler- dönüp dolaşıp tekrar yüzümüze çarpılır. Efsane kategorisindeki birçok diziye nazaran erken denebilecek bir zamanda biten Breaking Bad’in ise devam edecek bölümlerinde izleyiciyi ekran başında tutabilecek yığınla aksiyonu olabilirdi. Lakin dizinin bu tür tüketici oyunlarından uzak durduğunu tempoyu asla bozmadan ilerleyen hikayenin en zirve noktada bitmesinden çıkarabiliriz. Orijinal çekim açıları, özellikle çöl sahnelerinde oluşturulan estetik bütünlük, sinema filmi kalitesindeki görüntü yönetmenliğine her sene ödül üstüne ödül alan yetenekli oyuncular eklenince Breaking Bad’in gördüğü ilgiyi sonuna dek hak ettiğini söyleyebiliriz.
Hazır oyunculardan söz etmişken dizinin Walter dışındaki öbür ana karakterlerine de tek tek değinelim:
Heisenberg’in sinir bozucu eşi Skyler White rolündeki Anna Gunn, geçen günlerde dizideki rolünden ötürü sokaktaki insanlardan “Skyler tam bir kahpe, bunun farkında mısın?” türünden tepkiler aldığını anlattığı The New York’ta yayınlanan bir köşe yazısı kaleme almıştı. Gunn, daha önce ikinci sezonda katıldığı HBO’nun western dizisi “Deadwood”da 24 bölümlük bir rol almış; “Seinfeld”, “Six Feet Under” gibi dizilere ise birkaç bölümlük katkı sağlamış olsa dahi asıl çıkışını Skyler White karakteriyle yapmış, iki defa aday olduğu Emmy “Drama Dalında En İyi Aktris” ödülünü 2013’te evine götürmüştü. Sezondan sezona gözle görülür mesafe kaydeden Gunn’ın, özellikle son sezonda oyunculuğunun zirvesine çıktığını söyleyebiliriz.
Walter’in liseden eski öğrencisi ve metamfetamin işini öğrendiği ortağı Jesse Pinkman’ın daha öncesinde Bryan Cranston’ın başrolde oynadığı “Malcolm in the Middle” dizisinde Cranston’ın oğlu Francis rolü için seçmelere kalması ve elenmesi ilginç bir ayrıntı. Breaking Bad’de uyuşturucu müptelası, vücudu dövmelerle kaplı, rap müzik dinleyen bir karakter olarak karşımıza çıksa da Jesse Pinkman tam bir beyaz Amerikan. Okulla arası hiç iyi olamamış, uyuşturucu kullanmaya başladıktan sonra ailesiyle sorun yaşayıp kendi evinden adeta atılmış olan Jesse’nin karanlık görüntüsünün altında merhametli, çocuksu ve –dizideki birçok karakter ile karşılaştırınca- nispeten masum bir insan olduğunu görüyoruz. Yine Gilligan’dan öğrendiğimiz kadarıyla Jesse Pinkman’ın ilk sezonda öldürüleceği planlanmasına rağmen karakteri canlandıran Aaron Paul’un olağanüstü performansından dolayı yeniden sözleşme imzalanıyor, ki bu hiç şaşırtıcı bir durum değil. Zira Paul, rolü kaptıktan sonra uyuşturucu bağımlılarını gözlemlediğini, rehabilitasyonlara katıldığını aktarıyor. İnternette adeta fenomene dönen “Jesse Pinkman jargonunu” da bu ziyaretlerde kapmış olması muhtemel. İki defa Emmy “Drama Dalında En İyi Aktör” ödülünü alan Paul’un oynadığı Jesse karakterinin internette rastladığımız veya dizide görebildiğimiz metamfetamin bağımlılarının aksine oldukça düzgün, sağlıklı dişlere sahip olması ise dizi içerisinde kafa karıştıran bir ayrıntı.
Dean Norris’in canlandırdığı Walter’in narkotikte çalışan kayınbiraderi Hank Schrader, dizide tam bir ironinin ortasında duruyor. Walter’in ellinci yaş gününde “hayatına biraz hareket getirmek için” kendisini ufak çaplı bir metamfetamin laboratuvarı baskınına götüren Hank istemeden de olsa Walter’i bu karanlık dünya ile tanıştıran kişi. Amerikan filmlerinde gördüğümüz klasik polis tiplemesinden çok bir farkı olmayan Hank, yaptığı iğrenç esprileriyle ve kendisine özgü gülüşüyle akıllarda kalabilir.
Walter’in doğuştan serebral palsi olan biricik evladı Walter White Junior –ya da arkadaş ortamlarında kullandığı adıyle “Flynn”- karakterini canlandıran RJ Mitte de aynı hastalıktan muzdarip fakat dizideki rolü kadar ağır derecede değil. Genel olarak ortalamanın biraz üzerinde bir performans sergileyen Mitte dizi boyunca buz gibi, histen yoksun bir profil çizse de –her nasılsa- ağır duygusal sahnelerin hakkını veriyor. Walter White Jr. dizide nedense sürekli kahvaltı sahnelerinde karşımıza çıkmasıyla sanal ortamda fenomen haline gelmiş durumda.
Son olarak değineceğim karakter ikinci sezonun sonlarına doğru diziye dahil olan, Walter’in iş bağlantılarını yürüten hukuk danışmanı rolündeki avukat Saul Goodman. Daha önce çeşitli komedi programlarının metin yazarlığından 2 Emmy ödülü bulunan Bob Odenkirk’in canlandırdığı Goodman, ağzı iyi laf yapan, derin bağlantıları sayesinde eli her yere uzanan, her türlü problemin üstesinden gelen bir tipleme. Çoğunlukla hukuk sistemindeki boşlukları değerlendirerek suçu ispatlanamamış birçok kirli şüpheliyi alengirli yollarla adaletin kılıcından kurtaran Goodman’ın Amerikan Samoa Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden lisans diploması bulunuyor. Gerçekte böyle bir okulun bulunmamasından hareketle, Goodman’ın bu diplomayı yine çeşitli üçkağıtlarla edindiğini çıkarabiliriz. Kendine özgü esprili konuşma tarzı, popüler kültür ögelerine sık sık enteresan göndermelerde bulunması kanal yöneticilerinin çok hoşuna gitmiş olacak ki, AMC başrolünde kendisinin bulunduğu “Better Call Saul” adlı bir spin-off dizisi yapmayı planlıyor.
Son olarak televizyon tarihinin en başarılı yapımlarından birisi olduğu bu işin gediklileri tarafından tescillenmiş olan Breaking Bad’in yapım sürecini anlatan bir belgeselin de yolda olduğunu belirtmek gerek. Namuslu bir vatandaş olarak geçirdiği 50 şeref dolu yıldan geriye elinde sadece fakir bir hayat ve yakın dostlarından yediği kazıklar kalan bir kimyagerin 2 yıllık bir süreçte geçirdiği olağanüstü değişimi anlatan dizinin, televizyon endüstrisinin son yıllardaki en büyük işlerinden biri olduğu su götürmez bir gerçek.