Genel olarak sanatçılar, özellikle de heykeltıraşlar, eserlerinde sevdikleri figürlerin üzerine yoğunlaşırlar. İnsan figürü de çokça kullanılanlardan birisi. İki üç müze gezmiş olsanız bile heykel denildiğinde aklınıza gelecek olan şey çıplak tanrıçalardır. Klasik sanatta başyapıtlar yaratılmasını sağlayan insan figürü, modern sanatta da farklı şekillerde karşımıza çıkmaya devam ediyor. Nedense modern denildiğinde soyut çalışmalar bekliyoruz ama gerçekten eserlerine hayran olduğum birkaç sanatçı var ki klasikleşen insan figürünü çok yaratıcı ve farklı şekilde çalışıyorlar.
Anna Gillespie
İngiliz heykeltıraş eserlerinde insan-doğa sentezi yaratıyor. Var olan en güzel figürün yani insanın, en saf ve en doğal halini kullanıyor. Altında yatan fikirden mi yoksa estetik zevkten mi bilmiyorum ama insanı doğaya döndürmeye çalışan sanatçıların eserlerini çok büyüleyici buluyorum. İnsanın doğadan uzaklaşmasını ve mekanikleşmesini reddedip onun bir parçası haline getiriyorlar. Yarattıkları insan, doğa ile barış halinde ve hiç olmadığı kadar huzurlu… Anna Gillespie sanatını temel olarak iki amaçla gerçekleştiriyor; kirlenen doğa ve insana dikkat çekmek için ya da sadece doğaya saygı duymak için… Heykellerini yaparken yaprak, palamut, kestane gibi doğadan gelen malzemeleri kullanıyor. Daha geçtiğimiz haftalarda Londra’da bir sergisini açmış olmasına rağmen ne yazık ki böyle sanatçıları Türkiye’de görmek pek mümkün olmuyor.
Jason DeCaires Taylor
Taylor da sanat ve doğayı birleştiriyor ama o farklı olarak eko-heykeltıraş olarak anılıyor çünkü eserlerini doğayla birleştirmesinin yanında onların doğaya faydalı olmasını da hedefliyor. En ünlü eseri denizin altına yerleştirdiği insanlar, Sessiz Evrim (2010). İngiliz heykeltıraş, mercan kayalıklarının azalmasından ve deniz altındaki canlı hayatın zarar görmesinden rahatsız olarak bunu düzeltmek adına bir şey yapmak istemiş. Bunun üzerine yaptığı heykelleri deniz altına yerleştiren sanatçı, ekosisteme insan şeklinde mercan kayalıkları kazandırmış oldu. Gün geçtikçe deniz canlılarının üzerine yerleştiği heykeller inanılmaz bir su altı sergisi oluşturuyor. En çok ilgi çeken eseri Sessiz Evrim’de 400 adet insan heykeli var. Suyun altında doğayla barışık yaşayan 400 insan… Deniz altındaki bu heykellerin yıllar geçtikçe ne kadar denizle bütünleşeceği ve değişeceği de büyük merak konusu. Heykelleri ve ne kadar değiştiklerini görmek isteyenler nedeniyle de Taylor’ın heykelleri turistik olarak yoğun ilgi gören ve yaşayan bir sergi konumunda.
Sessiz Evrim’den:
(8 m derinlik , MUSA Koleksiyonu, Cancun/Isla Mujeres, Meksika)
Jaume Plensa
Jaume Plensa da insan figürünü çok farklı şekillerde kullanan bir sanatçı ama bahsettiğim diğer iki isimde olduğu gibi doğayı işin içine katma çabası yok. Plensa’nın insanları sözcüklerden oluşuyor. Dünya üzerinde var olmuş tüm dillerden yararlanıyor sanatçı. Edebi zevki insan vücudunda buluşturmak adına böyle eserler verdiğini söylüyor. Seçtiği kelimeler sevdiği yazar ve şairlerden alıntılar oluyor genellikle. Plensa, insanın sözcüklerden yani o sözcüklerin arkasındaki düşüncelerden oluştuğunu anlatıyor. Zaten insan düşündükleri kadar anlamlı ve güzel değil midir? Katalan sanatçı da kendisi için en anlamlı sözcüklerle, en anlamlı insanı yaratıyor. İnsan figürünü de düşüncelerin toplandığı güzel bir kap olarak nitelendiriyor. İnsanı çalışan çoğu sanatçı, insan vücudunun biçimi ve yapısı itibariyle estetik ve ideal olduğunu söyler ki Plensa da böyle düşünenlerden. Jaume Plensa 26 – 28 Eylülde İstanbul’da gerçekleşecek olan ArtInternational’da “By The Waterside” bölümünde eserlerini sergileyecek. Sergilenecek 9 heykelin arasında “TRIPTYCH” heykeli de olacak. Kelimelerden oluşan 3 metre uzunluğundaki bu heykel, meditasyon yapan bir insan figüründen oluşuyor.