Geçtiğimiz Cumartesi günü, yazar Sait Faik Abasıyanık anısına her yıl bir öykücüye verilen ve Darüşşafaka Cemiyeti ile İş Bankası Kültür Yayınları işbirliğiyle düzenlenen ‘Sait Faik Hikâye Armağanı’nın’ 60.’sı “Olduğu Kadar Güzeldik” adlı kitabıyla ödülü almaya hak kazanan Mahir Ünsal Eriş’e verildi. Doğan Hızlan, Jale Parla, Hilmi Yavuz, Nursel Duruel, Beşir Özmen ve Murat Gülsoy’dan oluşan jüri ödülü Mahir Ünsal Eriş’e vermeyi layık gördü.
1980 doğumlu olan yazarın yazarlık hayatına öykü ve deneme çevirmenliğiyle başlamasının ardından henüz daha kendisinin ikinci kitabında bu büyük başarıyı yakalaması her kitap-sever gibi benim de dikkatimi çekti ve alıp kitaplarını okumaya karar verdim ve işte izlenimlerim…
Yazarın hikâyelerindeki başkarakterler aslında kendi etrafımızda neredeyse her gün görmeye alışık olduğumuz sıradan insanlar… Yazarımız zaten eleştirmenlerin deyimiyle hüzünlü mağlupların iyimser yazarı. Yazar bir yönden aslında okurken duygularınıza tercüman oluyor. “Benim Adım Feridun” adlı hikâyesindeki başkarakteriyle aslında hepimizin yaşadığı o felaket anlarındaki benliğimizden kurtulup başkası gibi olma çabalarımızı anlatıyor. Sıradan insanların zayıf ama kendi içindeki güçlü yanlarını anlatırkenki, güçlü ama aynı zamanda sade dili yazarın başarı sırlarından bir tanesi. Yazarımız tüm bu sıradan insanları ve bizi kendimize anlatırken aynı zamanda son zamanlarda içi boşaltılmış, sıradanlaştırılmış insanlık ve vicdan kavramlarını bize bir kez daha hatırlatmayı başarıyor.
Yazar hikâyelerinde kendi çocukluğunda yaşadığı çevreyi ve zamanı anlatıyor. Yazarın hikâyelerindeki insanlar da 12 Eylül sonrası yaşanan hüzün ve Güney Marmara insanının neşesinin karışımı kitabı okurken insanı farklı dünyalara alıp götürüyor. Yazarın büyüdüğü çevre olan Güney Marmara yazarın kitaplarında kullandığı ortak mekânı… Bir nevi Güney Marmara’nın muhtarı gibi yazar. Bu yönüyle Sait Faik’in İstanbul’un kenar mahallelerinin muhtarı olmasına benziyor yazarımız. Her ne kadar yazarımız kitaplarında Güney Marmara’nın her köşesinden bahsetse de Balıkesir’den hiç bahsetmemesi Bandırmalı olmanın verdiği gururdan kaynaklansa gerek. Hikâyelerinin 1980’li zamanlarda geçmesi, biz 90 doğumluları anne ve babalarımızın bize anlattığı o büyülü zamanlara ve mekânlara götürüyor. Sokaklarda oynayan çocukların gürültüsünü ve bangır bangır Ferdi, Orhan ve Müslüm baba müziklerinin çaldığı ortamları anlatıyor bize. Gazozun ve leblebi tozunun kıymetini anlatıyor bize aslında.
Yazarımızın aynı zamanda hayatını Ankara’da devam ettiriyor olması biz Ankaralılar olarak bizi gururlandırıyor. Hikâyelerinde aynı zamanda kıyıdan köşeden Ankara kesitleri bulabilmek mümkün… Ayrıca kendisi büyük bir Gençlerbirliği Kulübü taraftarı.
Son olarak yazarımız Flash TV izlemekten büyük bir zevk aldığından bahsediyor bir söyleşisinde. 11 yıldır bu kanalı seyrettiğini ve kanalın yayın politikasını beğendiğinden bahsediyor. Kim bilir belki de yazarımız bu kanalda gördüğü insanlardan yeni karakterler ortaya çıkartıyordur.