Yönetmenliğini ve senaristliğini Rowen Joffe’un yaptığı; Oscar ödüllü Nicole Kidman, yine Oscar ödüllü Colin Firth ve Mark Strong’un başrollerini paylaştığı ‘Before I Go to Sleep’, 2 Ocak’ta vizyona girdi. Film S. J. Watson’un çok satan romanından uyarlandı. ‘Before I Go to Sleep’; geçirdiği kazadan sonra, her sabah uyandığında geçmişine dair hiçbir şey hatırlamayan Christine Lucas’ın başından geçenleri anlatıyor.
Çevresindeki herkese şüpheyle yaklaşan Christine ne kadar şey biliyorsa, seyirci de o kadar biliyor ve anılarını Christine hatırladığı sürece izleyebiliyor. Böylece seyircinin karakterin duygularını paylaşması kolaylaşıyor; o şüphelediğinde biz de şüpheleniyoruz, onun güvenmek istediği karaktere biz de sempati duymaya başlıyoruz. Tek fark, Christine’in kamerasına kaydedemediği ve ertesi gün unutmuş olarak uyandığı gerçekleri seyirci biliyor ve Christine’ın çaresizliği karşısında dehşete düşüyor.
Filmde, son zamanlarda beyaz perdede oldukça revaçta olan amnezi durumuna yer veriliyor. Genellikle filme dram katmak ve seyirciyi ters köşe yapmak için, bu tür yapımlarda başrol ‘anterograd amnezi’ hastasıdır. Yani hasta amneziye sebep olan olaydan sonrasını hatırlamamaktadır. ‘Before I Go to Sleep’te bu hafıza kaybı daha da ciddi bir boyutta ele alınmış; karakterin hafızası her sabah sıfırlanıyor. Bu da, elinde çevresindekilerin anlattıklarından başka hiçbir ipucu olmayan Christine’in gerçeğe ulaşmasını zorlaştırıyor. Film, ’50 First Kisses’in çıkış noktasını esas alarak Mementovari bir atmosfer yaratmış. Bu hastalık tipi, ’50 First Kisses’de olan romantik komedi çerçevesinin tamamen dışında, bir psikolojik gerilim yaratılarak ele alınmış. Ortada bir gizem var ve hafıza kaybı yaşayan karakterimiz; sırtında trajik bir hikayeyle, bu gizemi çözmeye çalışıyor. Bu yönden Memento’yu anımsatsa da, benim nezdimde hiçbir şekilde Memento’yla denk tutulamayacak bir film. Büyük bir gerilim ve gizem tutkunu olarak, karakterin bir bilinmeyenler boşluğunda olması beni filme bağlayan bir unsur oldu. Ancak; gerek filmin oldukça kısa sürmesi, gerek konunun yüzeysel işlenmesi bende hayal kırıklığı yarattı.
Nicole Kidman, canlandırdığı karakterdeki dehşet ve acıyı çok başarılı bir şekilde yansıtıyor ancak; film boyunca meydana gelen olaylar, Nicole Kidman’in güçlü oyunculuğuna karşılık veremiyor. Başka bir deyişle, filmi izledikten sonra aklınızda kalan ilk şey, Nicole Kidman’ın performansından kesitler oluyor; senaryonun ters köşesi ya da karakterlerin uç davranışları değil. Kötü adamı ve yapmış olabileceklerini kolaylıkla kestirebiliyorsunuz, neredeyse hiçbir sahnede senaryoyu oturtmak için kafanızı yormanız gerekmiyor. Bir nevi bu film, ‘yeni başlayanlar için gerilim filmi’ niteliğinde. Oyunculuktan söz etmişken, Colin Firth’ten de bahsetmek gerek. Film boyunca takındığı sakin ama ürpertici duruş o kadar başarılı ki; bir süre sonra yüzünü her gördüğünüzde, adamı gerçekleri anlatması için sarsmak istiyorsunuz.
Oyuncularıyla ve konusuyla seyircide yüksek beklenti uyandıran film, maalesef bu başarısını filmden sonra sürdüremiyor. Bu türde etkileyici çok fazla film olduğu için, seyirci olarak farklı kurgularla karşılaşmak ve şaşırmak istiyoruz. ‘Before I Go to Sleep’ türdeşlerinden sıyrılmayı başaramasa da, gerilim gizem takipçileri için izlenebilir bir film.