Suzanne Collins’in yazdığı ‘Alaycı Kuş’un ilk filmi olan ‘Mockingjay Part 1’, geçtiğimiz Cuma vizyona girdi. Yönetmen koltuğunda Francis Lawrence’ın oturduğu film, serinin önceki filmlerinde de rol alan Jennifer Lawrence, Liam Hemsworth, Philip Seymour Hoffman gibi isimlerin yanı sıra; Julianne Moore, Robert Knepper, Natalie Dormer gibi oyuncuları da barındırıyor.
Harry Potter’ın son kitabı ‘The Deathly Hallows’un sinemaya iki film olarak uyarlanmasından sonra; birçok kitap serisi, aksiyonun zirveye ulaştığı ve final için birçok olay örgüsünün iç içe geçtiği son kitaplarını parçalayarak beyaz perdeye aktarmaya başladı. Birçok yönden yoğun olan final kitaplarının tek bir filme sığdırılması gerçekten yetenek ve titiz bir çalışma istiyor. Ancak hareketli olsalar dahi; bu kitapların da kendi içinde düğüm, doruk ve çözüm noktaları olduğunu göz önünde bulundurmamız gerek. Kitabı elimize alıp ortadan ikiye böldüğümüzde, iki parça da işlevini yitirebiliyor.’Mockingjay Part 1′ benim gözümde bunun için çok uygun bir örnek. Böyle bir kitap için en uygun uyarlamanın, uzun ve tek bölümlük bir film olduğunu düşünüyorum.
Filmin ilk yarısı, Katniss’in zorlu ruh haline ve bir devrim lideri olma karşısındaki isteksiz tutumuna yoğunlaşıyor. İkinci yarıdaki, kontrolü ele alacak devrim ve mücadele için bir hazırlık olarak düşünebiliriz bunu. Bu yüzden film boyunca, düğüm kısmının hiçbir zaman gelmediğini fark ederek filmden uzaklaşıyorsunuz. Bir bütünlemenin ikiye bölünmesiyle çekilecek filmlerin ilk kısmının, yüksek ihtimalle gerisi için bir tanıtım ve açıklama amacı taşıyacak olması, film sektörünün de kabul ettiği bir durum. Ancak bunun filme çok büyük bir haksızlık olduğunu düşünüyorum. Harry Potter için oldukça başarılı olan bu yöntem, sadece hasılat kaygısıyla uygulandığı zaman o filmin tek başına bir değeri olmuyor.
Filmin, kitabın ruh halini anlatmak konusunda başarılı olduğunu düşünüyorum. Bir devrim tetikleyicisi olmayı hiçbir zaman istemeyen Katniss’i bu filmde görebiliyoruz. Suzanne Collins’in kitaplara da oldukça yedirdiği bu durumun, filmde de yer bulması çok doğru bir seçim. Anarşist kahraman hikayelerini çok sevsek de; on yedi yaşındaki bir kızın, maruz kaldığı hiyerarşik haksızlıklara ideolojik bir mücadele içine girmeden, sadece adalet arayışıyla karşı çıkması çok daha gerçekçi ve içimizden bir durum. Propaganda yapmayı ve aklına yatmayan taktikleri uygulamayı sevmeyen Katniss, filmde yakın arkadaşı Gale’in de savunduğu gibi, sadece ”kimse ona ne yapması gerektiğini söylemediğinde” kitleleri uğruna savaşılacak şeyler olduğuna inandırmayı başarıyor.
Filmde Capitol’un eline düşen Peeta ve Katniss’in yolları ayrılıyor. Hiçbir zaman bir aşk romanı niteliği kazanmayan seri için, olay örgüsünü kilitleyecek bir durum değil bu. Günümüz ‘young adult fantasy’ kitaplarının aksine, baş kahramanımızın asıl derdi hiçbir zaman aşk olmuyor. İlk filmde, kameralara oynamak için aşık rolü oynayan Katniss’in aslında kendini hiçbir zaman bu role kaptırmadığını, 12. Mıntıka’ya döndüğünde daha iyi anlıyoruz. Kendisini korumak pahasına birçok özveride bulunan Peeta’yı ve onun kendisi gibi vahşi olmayan tarafını seviyor. Aynı zamanda, ailesine bakabilmek için birçok riske atıldığında her zaman yanında olan Gale’e karşı da benzer duygular besliyor. Serinin büyük başarısının ve birçok kitleye hitap edebilmesinin en büyük nedenlerinden biri de bu. Ortada delicesine aşık olan ve bu aşk uğruna sürekli gururunu hiçe sayan, şiirsel tavırlı bir kız yok; çevresindekilere karşı büyük bir sorumluluk ve şefkat duygusuyla hareket eden bir karakter var. Kimse Katniss’in Gale’e ve özellikle Peeta’ya karşı hislerini inkar edemez; ancak Katniss kendine duygusal sözler söyleyecek romantik bir aşık değil, Capitol’un yaptığı zulme direnirken elini tutabilecek bir yoldaş arıyor; ama maalesef, yine bir hasılat kaygısı ve genç kız hayranları memnun edememe korkusuyla Katniss’in önceliğinin hiçbir zaman aşk olmadığı gerçeğini filmler reddediyor. Mockingjay Part 1’da sürekli olarak Peeta’yla ilgili endişelerini dile getiren Katniss’i izliyoruz. Katniss’in, Peeta’nın maruz kalabileceği işkenceleri düşünüp üzüldüğünü, bir yandan da kurtarılan o olduğu için kendini suçladığını kitapta da anlayabiliyoruz. Ancak Katniss, Snow’un Peeta’yı kendisine karşı bir silah olarak elinde tuttuğunu biliyor ve en çok bu durum onu yıpratıyor. Bu nedenle, filmde yansıtılmaya çalışıldığı gibi Katniss’in aşk acısı çektiğini iddia etmek doğru bir yaklaşım olmaz. Katniss ve Peeta ilişkisini güçlendirmek için mi bilinmez,filmde Gale ve Katniss arasındaki yakınlığın yansıtılabildiğini düşünmüyorum.Katniss’in, genelde kimseye öyle davranmazken, Gale’le şakalaşmasına ya da birbirlerine karşı hissettiklerinden dolayı utançla biten konuşmalarına yeterince yer verilmemiş. Üç kitapta da, birlikte büyümelerinin sonucu olarak, Katniss ve Gale arasında sözlü ya da sözsüz bir ittifak yaşanıyor; ancak filmde birkaç sahne dışında, Katniss Gale’e karşı asık suratlı ve hissiz davranıyor.
Kitabın iki filme ayrılmasının en önemli artısı olarak, kitaptaki birçok anlamlı sahneye filmde rahatça yer veriliyor. Örneğin,Capitol’un dilini kestiği Pollux için Katniss’in söylediği şarkıya filmde uzunca yer verilmiş ve bu şarkının diğer mıntıkalardaki isyancılar için bir marş olarak bellendiği sahneler çekilmiş; ya da kardeşi Prim’in, Katniss’e Peeta’nın affı karşılığında 13. Mıntıka’yla anlaşma yapabileceği fikrini verdiği ve Katniss’in koruması altındaki o çekingen kızın artık büyüdüğü gerçeği filmde gösterilmiş. Filmlerin, hiçbir zaman uyarlandıkları kitap kadar tat verememesi, satır aralarına gizlenmiş önemli anların izleyiciye ulaşamamasından kaynaklanıyor. Ancak karakterlerin değişiminin veya ruh hallerinin mümkün olabildiğince gösterilmesi, bize onları daha gerçek kılıyor.
Filmin alt metninde kapitalizm eleştirisinin yattığı fikri, birçok eleştirmen ve okur tarafından savunuluyor. Mockingjay Part 1’ın bunu seyirciye çok net anlatabildiğini düşünüyorum. 13. Mıntıka’daki katı kurallara ve tamamen eşitlikçi yaklaşıma karşı; Katniss’e oyunlara hazırlanırken yardım eden, Capitol’un hiyerarşik ayrımcılığına alışmış olan Effie Trinket’in “Biz 13. Mıntıka için önemliyiz, bize de mi yasak?” diyerek yakınması bunun için başarılı bir örnek. Bir yandan mıntıkalardaki enkaza ve isyanlara tanıklık ederken, öte yandan Capitol’deki parıltılı hayatı ve akşam partilerini görüyoruz.
Yukarıda da yazdığım gibi, filmin ikiye bölünmesi kitabın akışını bozmuş olsa da; bu filme başarısız diyemeyeceğim. Filmi kitabından bağımsız ele aldığımızda, olay örgüsünde gerekli aşamalara yer verilmediğini fark ediyorsunuz. Ancak serinin daha önceki filmlerini izlemiş ve tüm kitaplarını okumuş biri olarak, birçok kusuru olsa dahi seriyi ve yazarı anlamak için bu filmin önemli bir adım olduğuna inanıyorum.
Selin
Ellerinize sağlık çok başarılı bir yazı olmuş. Adete aklımdan geçenleri yazmışsınız. Yazılarınızın devamını dilerim.