Başrollerini Jesse Eisenberg ve Kristen Stewart’ın oynadığı American Ultra geçtiğimiz cuma vizyona girdi. Adventureland filminden sonra bu ikiliyi ikinci kez bir araya getiren filmin yönetmenliğini Nima Nourizadeh yapıyor.

Mike ve kız arkadaşı Phoebe küçük ve sakin bir kasabada yaşamaktadır. Sıradan bir hayat süren çiftin hayatı Mike’ın kendisine saldıran iki adamı öldürmesiyle başlayan olaylar zinciriyle büyük ve tehlikeli bir maceraya dönüşür. Mike aslında hükümetin ajan olmak için yarattığı bir projedir ancak proje iptal edildiği için Mike hiçbir şey hatırlamamaktadır. Dahası bu hafıza silinmesi, Mike’ı birçok şeye karşı ürkek ve olayları kavramakta zorlanan birine dönüştürmüştür. Hayatının her anında, özellikle de zor olanlarda yanında olan kişi ise Phoebe’dir. Bir süre sonra bu tehlike içerisinde Mike’ın ilk önceliği Phoebe’yi korumak ve kurtarmak olacaktır.

Filmin girişi, geri kalanına baktığımız zaman oldukça uzun bir yer tutuyor. Bu her ne kadar izleyicinin Mike’ı ve ilişkisini daha iyi anlamasını sağlasa da temponun düşük hissedilmesine yol açıyor. Bu filme kahkahalarla gülmek, şu sıralar pek bir popüler olan absürt komedi izlemek için gelmek istiyorsanız hayal kırıklığına uğrayabilirsiniz. Ancak sahnelerin kendi içerisinde bir nüktesi ve film boyunca yüzünüzde bir gülümsemeyle oturmanıza neden olacak naif bir eğlencesi var. Mike’ın olayları algılamada ve gereken tepkiyi göstermede sürekli çuvallaması, filmin kan ve dehşet dolu tarafıyla birleşince ortaya oldukça trajikomik sahneler çıkıyor. Laugher ve Petey başta olmak üzere filmde izleyici tavırlarıyla güldürmeyi başarabilecek başka karakterler de var. Bu da film içerisinde bir denge yaratıyor, olayın hem Mike hem de CIA tarafına sempati besliyorsunuz.

Filmi mümkün olduğunca özüne indirgemeye çalışacak olursak, aslında karakterinde sadırganlığın hiçbir örneğine rastlamayacağımızı düşündüğümüz bir gencin, bize bunun tam aksini kanıtlayacak bir macerayı yaşamasını izliyoruz diyebiliriz. Konu oldukça ilgi çekici, uzun girişinden dolayı kurgu zemini oldukça sağlam, karakterler orijinal olmaya fazlasıyla müsait. Ancak bu potansiyelin gerektiği gibi değerlendirilemeden senaryonun beyazperdeye aktarıldığını düşünüyorum. Karakterleri yeterince izleyemeden, komedinin aksiyona karıştığı sahnelerin hepsini göremeden film bitmiş hissine kapılıyorsunuz. Film boyunca yüzünüzde bir sırıtışla otursanız da size kahkaha attıracak sivri bir olaya denk gelmiyorsunuz. Filmin flashbacklerle desteklenmemesi filmi havada bırakıyor. Film Mike’ın naifliği ve aslında ajan olması gerçeği etrafında dönerken işin arkaplanını ve geçmişi görememek filmde bir kopukluk yaratıyor. Ancak keyifli bir buçuk saat geçirmek istiyorsanız American Ultra beklentiyi çok yüksek tutmadığınız sürece izlemeye değer bir film olmuş.

Leave a Reply