Filmle ilgili spoiler içerir.

Geçtiğimiz Cuma vizyona giren ‘Foxcatcher’, gerçek olaylardan yola çıkılarak sinemaya uyarlanmış bir biyografik dram filmi. Yönetmenliğini Bennett Miller’ın yaptığı filmde; Channing Tatum, Steve Carell, Mark Ruffalo gibi çok güçlü oyuncular yer alıyor. Film, Amerika’nın en zengin adamlarından biri olan John du Pont ve iki şampiyon güreşçi David ve Mark kardeşlerin karanlık ilişkisini anlatıyor.

Channing Tatum ve Steve Carell

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; Foxcatcher oldukça ağır ilerleyen bir film. Filmin konusu, gizemli havası izleyicinin dikkatini çekmeyi başarıyor; ancak filmden keyif alabilmek için son derece sabırlı bir izleyici olmanız gerekiyor. Uzatılan diyaloglar, bakışmalar var. Film, beklediğiniz heyecanı size bir türlü vermiyor. Bu durum filme odaklanmayı her ne kadar zorlaştırsa da, ona çok sağlam bir psikolojik gerilim havası katıyor. Bu hava filmin tamamını doldurunca, her sahneyi “İşte kırılma noktası şimdi geliyor.” diyerek bekliyorsunuz; ancak beklediğiniz o an bir türlü gelmiyor.

Film, size her ne kadar uzun sahneler gösterse de, onu kafanızda tamamlamanızı bekliyor. John du Pont ve Mark Schultz arasındaki ilişkiyi anlamaya, du Pont’un asıl niyeti hakkında teoriler üretmeye başlıyorsunuz. Du Pont’un annesi ile ilişkisine tanık oldukça karakterini çözmeye başlıyorsunuz. Aslında tek amacı annesinin takdirini kazanmak olan du Pont’un, Mark’ı ve takımdaki diğer güreşçileri bu amaç için evinde tuttuğunu fark ediyorsunuz. Güreşi bir alt tabaka sporu olarak gören annesi, du Pont’u küçümsüyor. Kendisini kanıtlama çabası içine giren du Pont, insanların kafasında aslında asla olmadığı kadar başarılı bir koç imajı oluşturmaya çalışıyor. Abisinin gölgesinden kurtulmak isteyen Mark, çıkış yolunu du Pont’a tutunmak olarak görüyor. Mark’ın, du Pont’a koşulsuz itaat edişini dehşet içinde izliyorsunuz. İşler tersine döndüğünde; du Pont’un o soğuk ve sakin duruşunun, Mark ve abisi için bir tehlike oluşturup oluşturmayacağını merak ediyorsunuz.

Mark Ruffalo ve Channing Tatum

Foxcatcher, sadece oyunculuklar için bile izlenebilir bir film. Steve Carell’ı daha önce hiç görmediğiniz bir şekilde görüyorsunuz ve bildiğiniz Carell’ı, du Pont’u aklınıza getirmeden bir daha izleyemeyeceğinizi düşünüyorsunuz. Soğuk ve donuk ruhlu bir adamı o kadar güzel canlandırıyor ki; yukarıda bahsettiğim gerilimi izleyiciye hissettiren en büyük etken Steve Carell’ın oyunculuğu diyebiliriz. Mark Schultz’u canlandıran Channing Tatum’un kariyerinin en başarılı performansını sergilediğini düşünüyorum. İçten içe abisine karşı duyduğu hırsı, özellikle güreştikleri sahnelerde hissedebiliyorsunuz. Yenilgisinden sonra kendine zarar vermeye çalıştığı sahne bile tek başına, Channing Tatum’un ne kadar iyi bir oyuncu olduğunu gösteriyor.

Filmin en büyük sıkıntısı, konusu ve oyuncularıyla sürekli beklentiyi yükseltirken aslında çok durağan bir senaryo izlemesi. Çok daha başarılı bir film elde edilebilecekken, konunun ve oyunculukların kısmen de olsa boşa harcandığını düşünüyorsunuz. Film, gerçek hikayeye bağlı kalmak için çaba harcamış; ancak çok güzel ve süslü bir paketi, içini doldurmadan izleyiciye sunmuş.

Leave a Reply

1 comment

  1. Eren

    Cok basarili ve bilgilendirici bir degerlendirme olmus.