İspanya’nın yenilikçi yazarlarından Juan Benet, “1950’lerde Madrid’de Sonbahar” adlı eserinde aydın kesim üzerinden Franco İspanya’sını anlatmakta. Dört temel sanatçı üzerinden ilerleyen eserde; sırasıyla Barajo, Juan Manuel Caneja, Eloy ve Martin Santos‘un sahip oldukları sanat felsefeleri, üslupları ve entelektüel bakış açıları aktarılmakta. Belirtilen yazarların sanata bakış açılarını anlatmak, eserin özetini çıkarma işlevi göreceğinden eserde yer alan ve etkileyici olduğunu düşündüğüm noktaları paylaşmanın daha faydalı olacağı kanaatindeyim.
Eserin en etkili yönlerinden biri şüphesiz Benet’in, 1950’lerin İspanyası hakkında hiçbir ön bilgiye sahip olmayan okuruna dahi dönemin atmosferini aktarabilmesi bence. Bu aktarımı başarılı kılan etkenlerden ilki, anlatıcının olayları yaşayanlar arasında olması. Olup biteni kopuk bir biçimde de olsa aktarırken, anlatıcının olaylara şahitlik etmiş olması ve bu şahitliği kendi yorumlarıyla pekiştirmesi, okurun halihazırda yabancı olduğu bir ortamdan daha çok yabancılaşmasını önlediği fikrindeyim.
Okurun yabancılaşmasını engelleyen bir diğer husus ise, Benet’in aktarmak istediği toplumsal durumlara 1950’leri genelleyerek yer vermesi.
“1945-1955 arasında gündelik gerçeklik, heves ve heyecan yaratmada öylesine yetersizdi ki…” (s.22)
“O yıllarda söylentilerle yaşanır, hem söylentiyle beslenilir, hem de söylentiye güvenilmezdi.” (s.23)
“O yıllarda soğuğun gerçek bir saplantıya dönüşmesi…” (s.26)
“O yıllarda çok sık tekrarlanan karartmalar yüzünden…”(s.28)
“O yıllar” üzerine yapılan bu gibi genellemelere satır başı rastlayan okur, eserde ilerledikçe Benet’in aktardığı toplumsal yapıyı zihninde canlandırabilmeyi başarmakta ve okuduklarını o döneme göre değerlendirmeye başlamaktadır.
Eserin okunabilirliğini artıran bir başka nokta ise, Benet’in sanatçılar ve fikirler üzerinden Madrid’e hakim olan atmosferi anlatırken bir yandan da kendi savlarını, okurunun üzerine düşünmesi ve sorgulaması için satır aralarına bırakmasıdır. Örneğin okur Eloy’un Madrid’ini keşfetmeye başladığı sırada, anlatıcı tarih yazılırken gözardı edildiğini düşündüğü iki sonuca yer verir. Anlatıcı, “Gelecekte döneminin temsilcisi olarak nitelendirilecek kişinin kendi döneminde neredeyse ortaya bile çıkmadığını” ve “gelecek tarafından döneminin temsilcisi seçilen kişilerin çoğu kez hiçbir şeyi temsil etmeyecek kadar silik olduğunu” (s.56) söylediği esnada; okur duraksamakta ve gerçekten Kafka’nın Prag’ının Kafka’ya ait olup olmadığını sorgulamaktadır. Bu sorgulama kendi ülkesi ve ulusal tarihine de sıçradığı anda, eser artık Madrid’de sonbaharı anlatmanın ötesine geçmekte ve okurunu evrensel gerçekler üzerine düşündürmeyi başarmaktadır.
Eseri okumaktan zevk almış olsam da; Benet’in sürekli ara cümlelere yer vermesinin doğal bir sonucu olarak ortaya çıkan uzun cümle yapısını takip etmek ve okuma süresince romandan kopmamak için ciddi bir çaba sarf ettiğimi itiraf etmeliyim. Fakat dikkat gerektiren bu okumanın sonunda zihnimde canlanan Madrid sonbaharını ve eserin bana kattığı entelektüel birikimi düşününce; Juan Benet’i keşfetmek isteyenler için bu eserin güzel bir başlangıç noktası olabileceğini düşünüyorum.
Kaynakça:
1950’lerde Madrid’de Sonbahar.İstanbul: Metis Yayınları, 1988.