Cemal Süreya’nın ölümünün 80. yılında; şairin bazı düz yazı metinleri ve şiirleri, Hakan Gerçek’in etkileyici performansıyla tek perdelik bir gösteride can buluyor. Hani diyor ya Cemal Süreya; “Şiir hayatın alev halidir.” diye, gösteri sırasında Hakan Gerçek’in sesi öyle bir düşüyor ki sahneye; alev alıyor o mısralar, mısralarda saklı kalmış aşklar,hayatlar…
“Ölüyorum tanrım
Bu da oldu işte.
Her ölüm erken ölümdür
Biliyorum tanrım.
Ama, ayrıca, aldığın şu hayat
Fena değildir…
Üstü kalsın…”
Bu mısralarla başlıyor gösteri ve siz henüz oyunun başındayken kaptırıyorsunuz kendinizi, bu güzel adamın sesine. Her sözcük, her mısra öylesine anlamlı geliyor ki kulağa; başta zorlanıyor insan, daha duyduğunu hazmedemeden birbiri ardına akıp gelen mısraları takip etmekte. Zamanla alışıyorsunuz bu tempoya ve her geçen dakika yoğunluğu artıyor sahnenin. Karşınızda tek bir adam duruyor ama; dakikalar içinde onlarca farklı hikâyeyi yaşıyor gözünüzün önünde. Sadece kendisi yaşasa neyse; birden tüm bu hikâyelerin, aşkların, isyanların bir parçası olduğunuzu hissediyorsunuz.
“Kan var bütün kelimelerin altında” diyor Cemal Süreya.
Yankısı önce Hakan Gerçek’e; sonra sahneye, ardından size çarpıyor.
“Kan var bütün kelimelerin altında” dedikçe o, yeniden irkiliyorsunuz. Her defasında. Gerçek’in sesindeki iniş çıkışlar o denli yakalıyor ki seyircisini; dalga dalga vuruyor yüzünüze Cemal Süreya’nın kalemi. Tüm bunlar olup biterken, farkına varmadan iki odağa bölünüyor sahne. Bir yandan Hakan Gerçek’i takip ederken, öte yandan sahne ışıklarının peşine düşüyorsunuz. Şu an bile gözlerimi kapadığımda; üzerine düşmüş cılız, beyaz ışık altında Hakan Gerçek’i ve kırmızı ışık altında başıboş duran tahta sandalyeyi görebiliyorum. Sahnede oradan oraya seken ışıklar, ardı ardına gelen mısralar arasında kaybolmanızı engelliyor; odağı canlı tutarak yol gösteriyor seyircisine.
Düşündürüyor Cemal Süreya yazdıklarıyla, her zaman olduğu gibi. Fakat oturduğunuz koltukta sizi düşünmeye iten tek etken, söylenenler olmuyor. Dekorda kullanılan her ince ayrıntı, farklı bir anlam taşıyor. Oyun ilerledikçe valizden çıkan elbiseler mesela! Her gün bize üç beden fazla gelen, ait olmadığımız ama taşımakta direndiğimiz kimliklerimizdi bence. Ondandı, Hakan Gerçek’in tek kelime etmemesi o askılığın ardına geçince; tıpkı zorla üzerimizde taşıdığımız hayatlarımızı yaşarken bizim yaptığımız gibi. Kendini hiçbir zaman ait hissedemeyeceği o kıyafetleri defalarca düzeltirken Hakan Gerçek sahnede, bizim yansımamızdı aslında. Yaşaması öngörülen hayatları yaşayan, fakat sanki kendi isteğiymiş gibi ona dayatılan hayatlara çekidüzen vermeye çalışan bizlerin, her birimizin yansımasıydı aslında.