Bir film düşünün. Sadece tek bir mekanda, alanında uzman birkaç akademisyenin aralarında geçen konuşmalardan oluşuyor. Aralarından birinin anlattığı tek bir argümanın gerçekliği tartışılıyor, hiçbir görsel efekt kullanılmıyor, sadece 200.000 dolara mal oluyor ve yine de en ‘’baba’’ diye tabir ettiğimiz bilim kurgu filmleriyle yarışabilecek kadar etkileyici olabiliyor.
Peki ne etkileyici kılıyor bu filmi?
Filmin hikayesine geçmeden önce birkaç küçük ayrıntıdan bahsetmek istiyorum. Öncelikle filmin tek bir mekanda geçmesi insanda izlemeden önce bile merak uyandırıyor. Bir bilim kurgu filmi için imkansız denebilecek bir faktör bu. Filmin ilk başarısını da tek bir mekanda insanları sıkmadan ekrana kilitleyebilmesi olarak görüyorum. Başkahramanımızın taşınırken bağışladığı mobilyaları almaya gelen görevlileri, biyoloğun bazen yersiz olan esprilerini de bu durağanlığı kırmak adına filme serpiştirilmiş birkaç öge olarak görüyorum.
Bahsetmek istediğim ikinci konu, filmin hiç çekinmeden din konusuna değinebilmesi. Zira filmin ana fikrinde özellikle Hz. İsa konusunda takındığı tavır ve yarattığı şaşkınlık hristiyanları rahatsız edecek boyuta gelebilir. Keza filmin içindeki teoloğun, başkahramanımızın anlattığı hikayeye verdiği tepki de bunun bir göstergesi. Böylesi bir düşünceyi de hikaye içine yedirmenin bu yüzden aslında bir tür cesaret ve beceri işi olduğunu düşünüyorum. Filmin neden hiç Hz. Muhammed ve İslam konusuna değinmediği ise merak ettiğim noktalardan biri.
Filmin en güzel taraflarından biri ise kahramanlar alanında uzman kişiler olduğu için konuşmaların bir sempozyum havasında geçmesi. Bir filmin sempozyum havasında geçmesinin ne gibi bir güzelliği olabilir diye sorabilirsiniz, ama ben izlediğim bilim kurgu filmlerinde ikna edilmeyi ve kafamdaki soruların film bittiğinde cevaplarını bulmasını seviyorum. The Man From Earth’de de akademisyenler hem sorgulamayı, hem de soruları cevaplamayı seviyor.
Filmin genel hatlarına bakacak olursak, kahramanımız John, –ki aslında o kimliksiz ve isimsiz bir dünyalı- üniversitede başarılı bir tarih profesörüdür ve bir gün istifa edip şehirden ayrılmaya karar verir. Üniversiteden arkadaşları buna anlam veremez ve hem nedenini iyice irdelemek hem de tam anlamıyla veda edebilmek için evinden taşındığı gün John’u ziyarete gelirler. Ona neden gittiğini sorarlar. O da anlatmaya başlar. Kendisi hayatının ilk 35 yılından sonra bir daha hiç yaşlanmamış, ölmeden 14000 yaşına kadar gelebilmiş Cro-Magnon tarih öncesi bir mağara adamıdır. Bir ortama girer, orada bir hayat kurar, 10 yıl geçtikten sonra da yaşlanmadığı fark edilmesin diye bulunduğu ortamı tamamen değiştirir ve başka bir hayat kurar kendine. Bu göçebe hayatı arkadaşlarına önce bir hikayeymiş gibi anlatsa da arkadaşları zamanla ona hayret eder ve inanç kıvılcımları yanar gözlerinde. Sonlara doğru tüm arkadaşlarını dağılmış olarak bulur John. Çünkü gerçekten anlattıkları hazmetmesi zor şeylerdir.
Film zaten kendi hikayesiyle var olduğu için senaryoyu daha fazla irdeleyip sizlere filmi tamamen anlatmak istemem.
The Man From Earth, düşük bütçeli filmlere öncü olacak nitelikte, bolca karşıt düşünceler barındıran ve bu özelliğiyle kendini izlettirmeyi başaran diğer yandan bunu sinemanın en zor dalı olan bilim kurguda başarabilen mükemmel bir film. Özellikle tatili evde geçiren ve uzun yaz günlerinde izleyecek film arayanlar için biçilmiş kaftan. İzleyelim, izlettirelim.