Kayıtları cübbeleri evleri
tekkeleri yoktu.
Ama hayat, bilgelik, saz
ve söz onlara ‘malum oldu’
“Nerede o eskiler?” feryadı başlığı altında, insanoğlunun sürekli geçmişe hasret duymasından bahsederken unutmamamız gereken bir şey vardır ki, o da meselenin tam olarak zamanla bir ilişkisinin olmamasıdır. Bundan bir elli yıl önceki sosyal yaşam, bazı yönleriyle, size şu an içinde bulunduğunuzdan çok daha iyi gözükse dahi, zaman makinesiyle elli yıl öncesine gidecek olursak aynı geçmişe hasretin o zaman da mevcut olduğunu görebilirdik. Bu, dünyanın ilk gününden beri kötüye giden bir gidişatın varlığından kaynaklanmıyor. Daha kötüye, sona doğru artan ivmeyle yokuş aşağı yuvarlanan, içinde bizi taşıyan külüstür bir otomobil de mevcut değil. Endişelenmeyiniz, dünyanın çivisi de çıkmadı. O zaman nedir bu komplo senaryoları ve içimizdeki insanlığı hızla tükettiğimize dair çıkan menkıbeler?
Dünyanın çivisi çıkmadı efendiler, bu doğrudur. Çünkü dünyanın çivisi hiçbir zaman var olmamıştır. Habil ile Kabil’den bahsedip “İnsan kötüdür!” dedikten sonra pılı pırtı toplayıp gitmek niyetinde değilim. Sanıyorum ki burada anlaşılması gereken çok daha önemli bir nokta vardır. İyi ve kötü ikiz kardeşlerdir bu yüzden aynı başlangıçtan bu yana beraber varolagelirler ayrıca birinin mevcudiyeti diğerinin varlığının delilidir. Herhangi bir inanç sistemi içinde veyahut üstünde, dünyayı iyi ve kötüden yalnızca biriyle ilişkilendirmek fazlasıyla sefillik olurdu. Konuyu detaylı bir şekilde inceleyecek olursak bazı anlam kaymalarını önleyebiliriz; fakat şu an için amacım yalnızca dünyanın, Higgs bozonu kadar mikro veyahut Samanyolu galaksisi kadar makro açıdan incelense de, içinde her zaman bu zıtlığı ve dilemmayı barındırdığını göstermektir. Bu dilemma ve zıtlık, çözülemeyen ve ilk günden beri bize ilham olan gizemin asıl kaynağıdır. Bu gizemin arkasındaki hakikatle uğraşanlar, işte onlar tabiri caizse mangal yürekli erenlerdir. Bahsetmek niyetinde olduğum konu da, hakikatin bu bilgisine tabi olmuş bozkırın yalnız çocukları yani abdâllardır.
Abdâl geleneği birçok açıdan incelenebilir. Biz burada kimi zaman derviş, kimi zaman eren, kimi zaman da baba deyişleriyle adlandırılan, tasavvuftan el alıp mevcut dünyayı saz ve sözleriyle hizaya sokan bunu yaparken de hakikatin büyüklüğü karşısında gösterdikleri mahcubiyetle herhangi bir enaniyet barındırmayan güzel insanlardan bahsediyoruz. Anadolu ve tasavvuf değerlerinden yaptıkları özümsemelerle dünyadan vazgeçmiş bu insanları yani abdal tabirini sözlükler şu şekilde açıklamaya çalışıyorlar;
“Birinin yerine geçen, karşılık anlamına gelen bedel ve bedîl kelimelerinin çoğuludur. Tasavvufî bir terim olarak ise “dünya ilgilerinden kurtularak kendisini bütünüyle Allah yoluna adayan ve ricâlü’l-gayb diye adlandırılan veliler topluluğu içinde yer alan “sûfî veya erenler” anlamına kullanılmaktadır. Bu kelime yerine budelâ kelimesi de kullanılmaktadır. Abdâllar, insanlara karşı iyi niyetli, kendilerine kötülük yapanları bağışlayan, sahip oldukları şeyleri başkalarıyla paylaşan, kazâ ve kadere gönül hoşluğu ile boyun eğip rıza gösteren, haramlardan titizlikle kaçınan, ibadetlerinde ihlâs ve samimiyeti ön planda tutan, sevgi, şefkat, merhamet ve iyi niyet gibi ahlâkî erdemlerle donanmış kimselerdir.”
Hani dünyanın var olduğu ilk andan beri çivisiz ve tutunulası bir yer olmadığını söylemiştik, mevcudiyetinde barındırdığı bu zıtlık hasebiyle de bir gizemi doğurduğunu ve kimi hakikat aşıklarının bu gizemi aralamaya çalıştıklarından bahsetmiştik. Bu demek değildir ki dünyadan elini eteğini çekmiş, sazını kendine kardeş bilmiş abdallar suskun ve kötüye karşı boynu büküktür. Aksine, belki değiştiremeyeceğimiz ama değiştirmenin de asıl nokta olmadığı, dünyanın sahip olduğu düzende, onlar kendilerine giyilebilecek en iyi kıyafeti seçmiş ve mazlum ile haksızlığa uğramışın yanında, tiranların karşısında durmuşlardır.
“Bir abdâl Allah’tan başka dünyadaki her şeyden vazgeçmiş kişidir. Abdâllık mertebesine ermiş kişi hakikatın mutlak ve doğrudan bilgisine erişebilmektedir. Toplumsal bir şahsiyet olarak abdâl zayıf, ezilmiş ve baskı altında olanlara yardım elini uzatan, ve toplum içinde ahlaksızlıklara karşı mücadele veren bir otoritedir.”
Zalimin karşısında, mazlumun yanında durmayı da yapılabilecek en güzel şeylerden biri ile yapmışlardır; müzik ile.
Bozkırın bu türkülerinde alabilen için nice hikmet gizlidir dersek göle yoğurt mayalamış olmayız. Herhangi bir konservatuar mezunu olmayan doğanın çocuğu, dünyanın gezgin vatandaşı, dünyaüstü bir bilginin sahibi bir abdalın sazından çağlayan bir türküde dünyanın tüm duruluğu ve yalınlığı ile karşınızda durduğunu görürsünüz.
Bir yere varmak için yazmadığım bu yazıda yalnızca hikmeti arayanlara bir selam etmek ve ölümünün 3. yılında biraz gecikmeli de olsa Neşet Ertaş’ı anmak istedim.
Umarım her birinizin hayatından bir abdâl geçer ve onun türkülerinde hakikate biraz daha olsun yaklaşabilirsiniz. Dünyanın çivisi yok belki ama siz yürekli olup olmamayı seçebilirsiniz. Yoksa bu dünyaya dayanabilmenin başka bir yolu yok gibi. Tüm güzel yürekli insanlara selam olsun.
KAYNAKÇA
- http://www.fikiratlasi.com/2013/12/08/abdal-nedir-kime-denir/
- NTV Tarih Dergisi Sayı:46, Bozkırın Yalnız Çocukları