Ne vakit, kimden duyduğumu hatırlamadığım bir söz duymuştum evvelce; “Albümler…” diyordu; “Albümler, kitaplar gibidir. Başından, ortasından ya da sonundan bir parça almakla olmaz. Her bir şarkıya ayrı ayrı ihtimam göstermekle beraber bütününü okumak gerekir.”
Bir albüm doğarken bu bütünlüğüyle var olur. İçindeki her bir şarkı bir diğerini başka bir şekilde tamamlar ve asıl hikayenin oluşmasına ayrı ayrı; ama aslında büyük resme bakıldığında hep beraber bir etkide bulunurlar. Genel olarak renkli, coşkulu bir albümde var olan tek bir hüzün şarkısı, oraya süs olsun diye konmamıştır, misal. Kendince bir görevi vardır. Ve her şarkının o albümdeki görevini iyi okumak gerekir. Hani bilinçli okuma yapan biri, bir kitabı okurken yazılanlar kadar yazılmayanları da okur ya, o hesaptır bu mesele de. Satır aralarını okumak gibi, bestenin ve güftenin arkasında, yöresinde dolaşan nice yan cümlecikleri, figüran ezgileri duyumsamak gerekir. Bütün bu gerektirmeler sakın ola size kısıtlamalar ya da sınırlar gibi gözükmesin. Bu yaklaşım yemeğin baharatı gibidir. Bir albümü bu bütünlükle incelediğiniz zaman daha bir lezzetli geleceğinin teminatını müziğin duayenlerinden alabilirsiniz. Ben de onların gönüllü aynası olmuş olayım şimdilik. Tek şarkılık albümlerin çağında, internetin hızıyla yarışırcasına çıkan single(!)lar, bu çok sesli albümlerin mahiyetini unutturmamalı. Ortalama beş ile on şarkı arasında bir repertuara sahip bir albümün ortaya çıkması demek; uzun uzun geceler, üste üste biten kahveler, stüdyoda geçen hızlı gündüzler, bilumum emek, alınteri ve niyettir.
Dünyayla en iyi şekilde başa çıkabilmenin iki yolu vardır; ya hikaye olacaksınız ya da hikaye yazacaksınız. Buradaki tanımlamalar pek tabii birer soyutlamadan ibaret olsa da demek istediğim, erenler kervanına katılmış, dünya üstü bilginin yolundakilerdenseniz zaten çoktan hikayeyi kavramış ve kendiniz başlı başına bir hikaye olmuşsunuzdur ki, bu durumda hikaye olup olmamanız dahi sizi ilgilendiren bir durum olmaktan çıkar. Ama bu yol, siz de hak verirsiniz ki, pek kolay bir yol değildir. Kimilerine göre meczupluk hatta bir gruba göre de fuzuli bir davranış kuramıdır. Düşünce profilinize göre ne şekilde yorumlarsanız yorumlayın buna ulaşamayan ve diğer seçeneğe kalanların ortak bir derdi vardır. Bir hikaye anlatmak. Yaşananı, yaşanmayanı, yaşanmak isteneni, yaşanamayanları… Dünya ile en iyi şekilde başa çıkabilmek için yazar insanoğlu; çalar, söyler, çizer yani çabalar en nihayetinde. İşte, iyi, kötü; buruk, yarım ne varsa anlatılan Tezer Özlü’nün tabiriyle yeryüzüne dayanabilmek için çıkan hayat gibi bir albümden bahsetmek istiyorum tam bu noktada. Hüsnü Arkan geçtiğimiz günlerde dördüncü solo albümünü yayınladı. On şarkıdan oluşan bu albümde bir insanın hayatında olabilecek her türlü duygu temaşa edilebiliyor.
Bakıyorsunuz dünyaya ve tuttuğunuz yerinden elinizde kalıyor ya… Fransızca bir tabir vardır, sans-papiers; kağıtsızlar, belgesizler manasına gelen bu kalıp genelde bir ülkede yaşamak için gerekli belgeleri almamış veya alamamış kişiler için kullanılır. Sanıyorum ki 21. yüzyıl insanı resmi olarak bir ülkenin vatandaşı olarak gözükse dahi hep böyle kağıtsız olacaktır. Her geçen gün içimizde büyüyen bir yaranın veya aidiyetsizlik hissinin kainatla aramızdaki sorunları halletsek dahi tamamiyle çözülebileceğini düşünmüyorum. Çünkü Kafka’nın da dediği gibi
“İnsanların eylemlerinin insanlar tarafından yargılanması hem gerçek, hem de boştur; yani ilkin gerçek, sonra boştur.”
Bu gerçekliğin ve boşluğun hükümdarlığından çıkamayacağımız için de, ateşlerin hiç sönmediği; ama güllerin de açmaktan vazgeçmediği zıtlıkların çarpıştığı bir dünyanın ebedi sakinleri olarak kalacağız. Sadece, bu durumun olağanlığını akıl sağlığımızı koruyarak karşılayabilmek için bazı destekçilere ihtiyaç duyarız. Hüsnü Arkan tüm duyguları albümünde sindirirken tam olarak bunu yapıyor. ‘Kırık Hava‘ ismini verdiği albümde Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun ‘Bölüşmek Şart‘ şiirini besteliyor mesela ve siz bölüşemediğimiz onca meselenin nasıl boş nasıl yavan kaldığını idrak ediyorsunuz bir anda.
“Mavi yetmiyor mu, bölüşmek şart
Yeşil kimin yeşili, bölüşmek şart
Bu karpuz çok kırmızı, bölüşmek şartDünya çok güzel, bölüşmek şart
Dünya çok büyük, bölüşmek şart
Bu gece çok uzun, bölüşmek şart
Bu gece çok dertli, bölüşmek şartBölüşmek şart, bölüşmek şart”
Birsen Tezer’le düetlerinin olduğu bir şarkı da var bu albümde, ‘Öyle Bir Rüya‘ demişler adına. Öyle bir dünya yok lafına inat öyle bir rüya işte…
“Bir şarkı yanaştı iskeleye, kelimeler sana benzedi
Sonra bir yağmur indi, sonra ebem kuşakları
Sonra sen geldin, sen geldin
Bütün sokaklara”
Savaşlarda ölen çocuklar için üzülürken aynı zamanda medyanın bizi kırıp geçirmesine de izin verirken kendi içimizdeki tüm çelişkilere rağmen bu öz eleştirinin ortasına bir soru atıyor ‘Keder’ isimli şarkısında;
“Bu hikaye mavi biter mi?”
Bunlar dışında, albümün diğer şarkılarının da hayatlarımızın çok enfes noktalarına dokunduğunu söylemeliyim. Hikayenin mavi bitip bitmeyeceğini bilmiyoruz; ama en azından müzik var diyoruz. Albümde emeği geçen herkesin yüreğine sağlık. Ah Muhsin Ünlü diyor ya “Kavmin yanlış tufanlardan geçiyor…”, işte bu albüm ve bu albüm gibiler tufanla başa çıkabilmenin anahtarı. Alıp hayrını görmek lazım. Yoksa meydan yangın yeri efendim, imha edici bir yangın…