Orta Doğu’yu nasıl bilirsiniz?
Akan kan durmaz, dökülen yaş bitmez asırlardır. Devrilen her bir sene, Orta Doğu tarihine gamlı yükünü bırakır ve kanıksadığımız duyarsızlığımızla takip ederiz olup biteni, belki arada gerçekten üzülebiliyoruzdur da.
Bu toprakların en ilginç yanı da, zift gibi gecenin içinde bile hala bir ışık yakabilmeleridir. Dehşetin en koyu karanlık anında dahi, bu bin bereketli toprakların insanı bir şekilde devam eder hayatına. Gerçeğin en büyük Ali Cengiz oyunudur bu üstümüzde oynadığı. Varoluş ve yok oluş dilemmasının aynı bedende zuhur etmesidir bir nevi.
Bu tezatı gözler önüne sermek ve Orta Doğu’yu bir defa da “ışık”larla anmak için, sizi ‘Light in Babylon’ ile tanıştırmak istiyorum.
Duyanlarınız olmuştur, hatta İstiklal Caddesi’ndeki sokak konserlerine rast gelmişsinizdir belki ve solistin şarkı söylerken sizi Babil’in asma bahçelerinde dolaştırdığını hissetmişsinizdir. Kiminiz de, benim gibi, bu şansa erişememiş olabilirsiniz. O zaman, ışığı burdan yakalım ve diyelim ki kim bu ‘Light in Babylon’?
2010 yılında yolları kesişen bir grup dünya vatandaşı; Orta Doğu’dan getirip Akdeniz güneşinde kuruttukları ezgileri, şarkılarında muhafaza etmeye, daha doğrusu özgür bırakmaya karar veriyorlar. Etnik müziğin içinde kendine çok başka bir yer bulan grubun şarkılarını, İran kökenli bir İsrailli olan ve aynı zamanda grubun vokalistliğini de yapan Michal Elia Kamal yazıyor. Üstelik, Antik İbranice ile yapıyor bunu. Sebebini de şöyle açıklıyor:
“Çünkü eski İbranice’de hislerimi daha derin aktarabiliyorum, günlük kullanılan İbranice bana daha basit geliyor. Ben kendimden daha eski, yıllanmış bir şeyi kullanmayı seviyorum. Eski İbranice bana daha zengin bir dille şarkı söyleme, duygularımı aktarma imkânı sağlıyor. İçerisinde birçok Arapça kelime var ve aksan olarak Arapça’ya da çok benziyor. Eski dilin bir tarihi var.”
21 yaşına geldiğinde artık bulunduğu yerde kalamayacağına ve gitmesi gerektiğine karar veriyor Michal. Tel Aviv’den yola çıkıyor, Hindistan’a uğrayıp Avrupa’ya geçtikten sonra; misafir olarak davet edildiği İstanbul’da kalakalıyor. Bundan sonrasında da pek gitmeyi düşünmüyormuş. Grubun gitaristi olan Fransız Julien Demarque ise; aslında hiç müzik eğitimi almamış bir mühendis. Hayatın ona da prangalar geçirmeye başladığını hissettiği anda, Doğu Avrupa’dan başlayarak dünyayı gezmeye karar vermiş. Bulgaristan’da yolu Michal ile kesişmiş. Beraber İstanbul’a geldikleri zaman da, İstanbul sokaklarında santur çalan Metehan Çiftçi ile tanışmışlar. Grubun saç ayağı bu şekilde tamamlanmış ve o günden beri çok başka bir dünyadanmış gibi gelen, duyduğunda insanın içine işleyen şarkılarını birçok yerde söylemeye başlamışlar. İlk resmi albümleri ‘Life sometimes doesn’t give you space’ 2012 yılında yayımlanmış. Türkiye, Kıbrıs, Almanya, İsviçre, Fransa, Macaristan, Yunanistan, Finlandiya ve Hindistan’da turlar gerçekleştirmişler ve halen de müziklerini tüm dünya insanlarına ulaştırmaya çalışıyorlar.
Orta Doğu’yu hep acılarla andığımız şu dünyada, onlar farklı kültürlerin ve farklı kimliklerin nasıl da Orta Doğu’nun emanetini beraber taşıyabildiğini gösteriyorlar. Ruhumuzda kaybettiğimiz, belki de derinlere gömdüğümüz bir ışığı tekrar yakmaya çalışıyorlar. Onlar Babil’den bir ışık yakıyorlar, tutuşup tutuşmamak bize kalmış. Fakat eminim ki; Michal’in şarkı söylerken büründüğü havayı görseniz tutuşmamanız mümkün olamaz. O yüzden şarkılarından birkaçını buraya ekliyorum. Unutmayın ne demiş Sezen:
‘’Işık doğudan yükselir!’’
Bir tane de bizden bir şeyler olsun:
Orhan
Kübracım, yazını bir çırpıda okudum. Çok güzel yazmışsın. Başarılarının devamını dilerim.
Kübra Özvural
Orhan bu güzel yorumun ve temennilerin için çok teşekkür ederim :)