Biz kimiz?

Tek bildiğimiz şu an burada olduğumuz, tıpkı diğer yedi buçuk milyar gibi.

Ama hâlâ kim olduğumuzu bilmiyoruz. Sorunun muhatabı biz olduğumuz için mi acaba? Belki de kim olduğumuzu bizden çok önce de orada olan birilerine sormak gerekiyordu.

Ağaçlara sormalıydık mesela. Orman olmayı başarabilen varlıkların bize söyleyecek birkaç lafı da olurdu herhalde.

Gökyüzüne de sormalıydık, güneşi ve ayı aynı anda gönüllemenin sırrını.

Hayatımıza derinliği ve ulaşılabilir sonsuzluğu kattığı için deniz de bir şeyler söylerdi diye düşünüyorum, kim olduğumuz hakkında.

Ya da bir adanın kumsalında rast geldiğimiz kırmızı bir kaplumbağaya sorabilirdik kim olduğumuzu. Belki de tahmin edemeyeceğiniz bir şey olur ve kırmızı kaplumbağa size kim olduğunuzu öğretebilirdi…

Hollandalı-İngiliz animatör Michaël Dudok de Wit bu ihtimale güveniyor ve hâlâ çok geç olmamışsa kim olduğumuzu bulabileceğimize inanıyor. 2016 yapımı fantastik animasyon filmi ile öğreniyoruz kim olduğumuzu, üstelik kırmızı bir kaplumbağadan, ya da belki de artık soruyu kime soracağımızı bilir hâle geliyoruz. Her halükarda yolumuz uzun ve biz çoğu zaman yol almak yerine üç maymunu oynamayı tercih ediyoruz.

Gerçek adıyla “La Tortue Rouge”doğa sesleri ve jenerik müzikleri haricinde herhangi bir ses içermiyor. Sözlü diyalog ve monolog olmaması bizi en temel ve saf halimize ulaştırmak adına güzel bir seçim olmuş. Oluşturduğumuz ve konuştuğumuz dillerden önce de biz buradaydık. Konuşmaya başladığımızda işleri sadece daha karmaşık ve görmesi zor bir hale getirdik. Bunlardan arındırılmış olan bu filmde, okyanusta yakalandığı fırtınadan sonra bir adaya düşen bir adamın hikayesi işleniyor. Tıpkı insan zerresinin ana rahmine düşmesi gibi bir anda kendini bulduğu bu ıssız adada o ne Robinson Crusoe ne de Cuma. Filmin zengin metaforlar içeren havasını güçlendiren şey de bu sadeliği, daha doğrusu saflığı.

Bir adamın peşinden hayali bir yolculuğa çıktığınızı ve kırmızı bir kaplumbağanın rehberliğinde kim olduğunuzu öğrendiğinizi düşünün. Felsefi içeriği bol olan “Kırmızı Kaplumbağa”nın yaptığı da tam olarak bu.

Van Gogh renkleriyle bezeli, zaman zaman Klimt’in desenlerini andıran manzaralara sahip filmin bu görsel zarafetinin kaynağı Studio Ghibli. Birçok yetenekli insanın ve onların özgün fikirlerinin işbirliğinden ortaya çıkan bu eser hepimizin hayatındaki birkaç saati hak ediyor, hem de fazlasıyla.

“Kırmızı Kaplumbağa”nın tüm bu “kim olduğumuz yolculuğu”ndaki başarısına rağmen düşünmeden edemiyorum; o adaya Havva düşseydi, neler olurdu?

Biraz olsun merak ettiyseniz gözlerinizin kaliteli işe doyacağı  bu eseri bir an önce izlemenizi öneririm. Kim bilir belki sizin de düşünmeden edemediğiniz bir şeyler olur ve onları buraya yazarsınız.

İyi seyirler olsun efendim.

Leave a Reply