Birkaç sene önce aramıza katılan ve günden güne daha fazla seslerini duyuran Kaç Canım Kalmış grubu üyelerinden Yiğitcan Önal ile geçtiğimiz günlerde bir röportaj yaptım. Keyiflerinden, müziklerinden derken her telden sordum, karşılığında da güzel cevaplar aldım. Röportajın, grubu bilmeyenler için bir çıkış noktası, bilenler için de bir muhabbeti ilerletme buluşması olmasını ümit ediyorum ve gruba önlerindeki yolda başarılar dilerken, sizi sohbetimizle baş başa bırakıyorum. Keyifli okumalar.
GazeteBilkent: Öncelikle merhabalar, röportaj teklifimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim, nasılsınız şu günlerde?
Fena değilim.
GazeteBilkent: Hem sohbetin kıvamına gelmesi, hem de bir girizgâh yapmak amacıyla bize Kaç Canım Kalmış‘ı ve sizi bulunduğunuz noktaya getiren hikâyeyi ufak çapta anlatabilir misiniz?
Kaç Canım Kalmış’ın başlaması, evde kaydettiğim ‘Doymadınız’ parçasını Soundcloud’a yüklememle oldu. Parçaya gelen olumlu tepkiler üzerine, şarkı yapmaya devam ettim. Olumlu tepkiler sürünce bırakmadım tabii. Bu noktaya gelmesinde internetin payı büyük. Paylaşıla paylaşıla büyüdü.
GazeteBilkent: Emre Perihan ile yollarınız nasıl kesişti? Farklılıklar mutlaka olsa da, ikinizde de bir ‘biriken külleri dökme’ ihtiyacı mı vardı? Mesela; yapmak istediğiniz müzik benzer mi, aynı gemide misiniz? Yoksa rotalarınız ara ara mı kesişiyor?
Yapmak istediğimiz müzik, çoğunlukla benziyor. Emre’nin dinlediği şeyler daha farklı; ama sürekli birbirimize beğendiğimiz şeyleri dinletip o mesafeyi azaltıyoruz yavaş yavaş.
GazeteBilkent: Birkaç yıldır hâlihazırda ürettiğiniz şarkıları Soundcloud’da paylaşıyordunuz zaten, fakat ‘x3’ ile beraber artık daha somut bir şeye, albüme sahipsiniz. Bir nevi ev bark sahibi olan, çoluk çocuğa karışmış bir baba sayılırsınız :) Bu sizin için nasıl bir değişiklikti? Albüm, bundan sonra yapacağınız işler için daha fazla sorumluluk hissetmenize sebep oldu mu? Daha planlı programlı mı hareket ediyorsunuz?
Aslında çok büyük bir değişiklik olmadı bizim için x3. Bağımsız ve dijital olarak çıkardık. Parçalar öksüz kalmasın diye oldu birazcık. Yani birbirinden bağımsız ama aynı kafadaki parçaların, “Hadi bunlar albüm olsun” denmesiyle toplanıvermesi gibiydi. Bundan sonrası için, daha planlı olduğumuzu söyleyebilirim. Hikayeli konsept albüm fikirleri var kafamızda, ki beni bayağı heyecanlandırıyor.
GazeteBilkent: Siz, müziğin birkaç belli konuya saplandığı dönemde, her şeyin müziğini yapabilenlerdensiniz. Acaba etrafınıza baktığınızda; bizim sokak, bina, park olarak gördüğümüz şeyler size şarkı olarak mı gözüküyor? Şarkıların bu çıkış aşamasını biraz anlatabilir misiniz?
Aslında bu, benim de yıllardır aynı şeylerden bahseden müziklerden aşırı sıkılmış olmamla ilgili. Anlatım tarzı ve müzik doğru kullanılırsa, her konu ilgi çekici anlatılabilir diye düşünüyorum. Şarkıların çıkış aşaması çok da ilginç değil. Yapasım geldiğinde oturup, bir yerinden başlıyorum. Nesnelerin şarkı olarak görünmesi söz konusu değil tabii ki ama; etkilendiğim şeylerin bilinçaltında yer etmesi durumu var. “Hadi şarkı yapayım.” dediğimde çıkanlar bu sentezlerin ürünleri oluyor.
GazeteBilkent: Çok etkilenip, bu etkiyi şarkılarınıza da yansıttığınız özel bir kitap veya film var mı?
Çok fazla film veya kitaplardan etkilenip şarkı yapmadım ama başlarda, parçalardaki absürdlüğümün en büyük sorumlularından biri Leyla ile Mecnun dizisidir. Bir de Yiğit Özgür var tabii.
GazeteBilkent: Boğaziçi Caz Korosu’ndaki deneyimleriniz; Kaç Canım Kalmış‘ı ve sizin müzik yolculuğunuzu nasıl etkiledi?
Beni ciddi anlamda geliştirdi. Sesimin ve kulağımın sınırlarını keşfetmemi sağladı. Müziğin ve çok sesliliğin raconunu içeriden gözlemleme fırsatım oldu. Emre’yle de koro vasıtasıyla tanıştık zaten.
GazeteBilkent: Yeni, gelişmekte olan bir müzik akımının parçası olduğunuzu düşünüyor musunuz? Eğer öyleyse bu durumu nasıl değerlendirmektesiniz?
Bu akımın mensubu gruplar genellikle genç yaşlarda olduğu için, hala gelişmekte olduğunu söyleyebiliriz. Ama bu taze kana ihtiyaç vardı, memnunum.
GazeteBilkent: Günümüzde endüstrileşen müzik piyasasındaki şarkılar için bir dinleyiciniz “lolipop müzik” tabirini kullanmış. Bana kalırsa, böyle bir durum var gerçekten ve ben de bunu “fast food müzik” olarak adlandırıyorum. Bu yüzden, anne yemeği tadında şarkılar arıyoruz. Peki, sizce sizin müziğiniz bizim aradığımız ev yemeklerinden biri olabilir mi?
Olsa ne mutlu.
GazeteBilkent: Annelerimizin, mayalansın diye beklettiği hamur gibi bir grupsunuz. Yeni yeni şekillenen ve güzel işler yapan insanlarsınız. Peki, bu gelişme evresinin bir noktada tamamlanacağını düşünüyor musunuz? Yoksa değişikliklere açık ve sürekli yeni bir şeyler denemek peşinde misiniz?
Yeni şeyler deneme kafasındayım. Sürekli aynı şeyi yapmak bana biraz kaypaklık gibi geliyor. “Nasılsa bu beğenildi, buradan yürürüm.” kafasında değilim.
GazeteBilkent: Albüm kapağınız ilgi çekici ve biraz da eksantrik duruyor, özel bir anlamı var mı? Kim tasarlıyor bu tür görsellerinizi?
x3’ün kapağından söz ediyorsunuz sanırım. Onu ben, ablamın fotoğrafçılığa sardığı zamanlarda çektiği bir fotoğrafı editleyerek yapmıştım. Fotoğrafta üzüm ve çekirdekleri var. Ama bütün olarak baktığınızda, sperm hücrelerinin yumurtaya girişi gibi görünüyor. Can” işte.
GazeteBilkent: 31 Aralık’ın 1 Ocak’tan farkı yok ve biz ‘Bir Ocakta Pişerken’i dinlerken bunu keyifli bir şekilde idrak ettik fakat; 2015’in Kaç Canım Kalmış için 2014’ten daha farklı, mesela daha çok projeyle dolu olduğunu söyleyebilir miyiz sevenlerinize? Neler var kafanızda bu yıl için?
Bu sene daha etkin olacağımızı görebiliyorum, konserler vesaire bakımından. Onun dışında olgunlaşma aşamasında olan çok fikir var.
http://www.youtube.com/watch?v=3v9FIe85qVQ
GazeteBilkent: Sona gelirken, bir noktadaki fikirlerinizi merak ediyorum. Sizin gibi grupların en çok maruz kaldığı şeylerden biri; dinleyicilerinin onları kimselerle paylaşmak istememesi. Sizin için dinleyicileriniz ne ifade ediyor ve bu konuda onlara ne söylemek istersiniz?
Paylaşmak istememeyi doğal buluyorum. İnsandaki sahiplenme güdüsüyle ilgili herhalde. Üretenler açısından bakarsak, çok tanınmak sanırım onları da etkileyen bir şey. Belki yazarken eskisi kadar içten olamıyorsun, “Biz bizeyiz işte.” duygusu gidiyor. Dinleyenler de bunun olmasından korktukları için paylaşmak istemiyor olabilirler. Ama çözüm değil tabii ki.
Pingback: RÖPORTAJ: ‘KAÇ CANIM KALMIŞ’ – Postorıon