İthaki Yayınları’nın “Bilim-Kurgu Klasikleri” ismiyle oluşturacağı yeni bir dizide kült olmaya başlayan bilim-kurgu romanlarını yeniden yayınlayacağının haberini alınca çok sevinmiştim çünkü maalesef ki bu tür kitaplara yeniden basım olmadan ulaşmak çok zor. Kitaplar yayınlanmaya başlayınca ben de Bilim-kurgu klasikleri serisinden birkaç kitabı edindim. Hepsini okumak için sabırsızlanıyorum ancak edindiğim kitaplar arasında ilk olarak Ursula K. Le Guin’in “Sürgün Gezegeni” isimli kitabı okumayı istedim çünkü yeni baskısının çıkmasını uzun zamandır beklediğim bir kitaptı. Bu yazımda, “Sürgün Gezegeni” hakkındaki izlenimlerimi aktarmaya çalışacağım.
Öncelikle şunu söylemem gerekir ki Le Guin, muhteşem bir hikaye anlatıcısı. Kitabın konusu oldukça sade. “Sürgün Gezegeni” isimli bir gezegende birden fazla halk yaşamasına rağmen iki halkın çatışması oldum olası devam etmektedir: Tevarlılar ve Alterralılar. İki halk da birbirlerini “alt-insan” görmelerine rağmen kendilerini “insan” olarak görmektedirler. İki halkın da karakteristikleri birbirinden farklı olmasına rağmen ortak özellikleri birbirlerinden hoşlanmamaları. Öte yandan, şöyle ironik bir gerçeği de barındırıyor bu hikaye: İki halkın da birbiriyle kan bağı var, yani iki halk da birbiriyle bir şekilde akraba; ama birbirlerini bazı sebeplerden dolayı sevmiyorlar. Kışın yaklaşmasıyla birlikte (Sürgün Gezegeni’nde kışlar çok uzun aralıklarla ortaya çıkar, yani ömrü boyunca kış görmeyen insan dahi olabilir fakat kesinlikle çok sert geçer, insanlar “Kış Şehirleri” dahi yapmışlardır sığınmak için) güneyden göç edeceği öğrenilen Gaal halkı, hem Tevarlılar hem de Alterralılar için büyük bir tehlike oluşturmaktadır çünkü Gaallar barbarca davranmaktadırlardır ve kış için fazlaca yiyeceğe ihtiyaçları vardır. Tevarlıların da Alterralıların da hayatta kalmak için tek seçeneği var: Barbar Gaallara karşı iş birliği yaparak aynı safta çatışmak. Öte yandan, acaba bu işbirliği gerçekleşecek midir yoksa iki halk da birbirlerine olan ön yargıları yüzünden işbirliği yapmayı red mi edeceklerdir ?
Hikaye oldukça sade olmasına rağmen Le Guin’in kullandığı masalsı dil ve tasvirlerin gücü, insanı hikayenin içine çekiyor. Le Guin taraıfndan yaratılan bu muhteşem atmosferin içindeki bazı objeler de –mesela Alterralıların ateşli silah kullanabilmesi fakat kültürel veya etiksel bir düşünceden ötürü kullanmalarını engelleyecek toplumsal sözleşme yapmaları, zihin okuyabilmeleri ama yine aynı şekilde bunu kullanmamaları- bence muhteşem. Bu tip detaylar hikayenin zenginliğine önemli katkılarda bulunmuş. Buna ek olarak, Le Guin’in iki farklı toplum yaratması da kitabın zenginliğine muhteşem bir katkı. İki toplumun da birbirinden çok farklı karakteristikleri var. Örneğin, Tevarlılar biraz daha muhafazakar ve gelişmeye kapalı bir toplum yapısına sahipken Alterralılar onların tam tersi.
Kitap hikaye ve anlatım bakımından oldukça güçlü olmasına rağmen bence birkaç eksik tarafı var. Le Guin, romanı boyunca işlemek için çeşitli temalar seçmiş gibi görünüyor. Ben sadece iki tanesini görebildim: Feminizm ve ırkçılık/türcülük. Öte yandan, her iki tema da derinlemesine işlenememiş, yüzeysel kalmış gibi. Yani sadece “dokunmak” için bu iki tema seçilmiş sanki. Ayrıca, şunu belirtmeliyim ki, kitap oldukça kısa. Sadece 142 sayfadan oluşuyor. Hikayeyi ve temaları göz önünde bulundurduğumuzda bu kitabın çok daha uzun yazılabileceğini söylemek mümkün.
Ursula K. Le Guin, harika bir dili olan iyi bir hikaye anlatıcısı. “Sürgün Gezegeni” de Le Guin’in ilk romanlarından bir tanesi olmasına rağmen güçlü diliyle ve hoş hikayesiyle insanı içine çekiyor. 142 sayfadan oluşan Sürgün Gezegeni, bilim-kurgu evrenine yeni giriş yapacak kişiler için güzel bir alternatif olabilir.
Görsel Kaynakları: