En son ne zaman izlediğiniz bir şey veya oynadığınız bir oyun sizi korkuttu? Az önce Karina Wilson’ın yazısını okurken aklıma bu düşünce takıldı. Kendisi 21. yüzyılda, eski yüzyılların en belirgin korku figürlerinin (vampirler, kurt adamlar, zombiler vs.) eski vuruculuğunu, korkutuculuğunu yitirdiğinden yakınıyordu. Artık eskisi gibi korkudan tir tir titreten seriler, gittikçe bulması daha zor hale geliyor.
Yıllar öncesine ait, en son başarılı korku denemelerinden biri “The Suffering” oyunudur. Oyun, eşini ve iki çocuğunu öldürmekle suçlanan karakterimizin hücresine konmasıyla başlar. Aynı blokta bulunan suçlular bile Torque’tan çekinmektedir. Ardından bir deprem ve sonrasında gelen katliam oyunun renginin hiç görülmemiş bir kızıllık olacağının bir göstergesi olarak vuku bulur. Hücrenin kapısı bir gölge tarafından kırılır ve oyun başlar. Bütün hapishane korkunç kuklalar tarafından işgal edilmiş gibi gözükmektedir. Oysa kuklaların, üstlerinde ağza alınmayacak deneylerin yapıldığı eski suçlular olduğunu ve hatta karakterimiz Torque’un da bu gruba dâhil olduğunu oyun sırasında keşfedilir. İdam edilmiş; ancak tam olarak ölememiş katiller, sadist gardiyanlar, Torque’u da kendi canavar koleksiyonuna katmak isteyen psikopat doktor ve istemediğiniz her şey oyuna dâhil.
Oyunun 5 adet zorluk derecesi var. Ben öncelikle, en kolayında oyun dinamiklerini anladıktan sonra “Impossible” (en zor/imkansız) seviyesinde açtım. Bu kararımı kendim de birçok kez sorguladım çünkü oyunun yapımcılarının imkânsız yazarken zerre kadar abartı kullanmadıklarını bilmiyordum. Mesela teki 8-9 kurşunla ölen, bileklerine el yerine bir metrelik bıçak (kılıç?) takılı 2 kukla, bıçaklarını yere sürerek üstüme gelirken, elimdeki dolu altıpatlardan başka sahip olduğum tek şey, namluya sürebileceğim bir kurşun. Ancak maalesef, 6+1, 18 etmiyor. FPS oynamış kişiler headshot’ı (kafaya kurşun) tek çözüm olarak göstereceklerdir haklı olarak. Ancak ne var ki, canavar kukla dostunuzdan not: ”Aa, kafamı mı patlattın, teşekkürler Torque, artık daha hızlı ve daha agresifim, hangi psikopat kukla bir kafaya ihtiyaç duyar ki?”.
Gerçek bir korku oyunu olmanın yanı sıra The Suffering, aynı zamanda ilginç bir felsefeyi de betimliyor. Amacımızın çığırından çıkmış hapishaneden çıkmak olduğunu göz önüne alarak oyun; hayatta yaptığımız hataların bizi hapsettiği hapisten kaçmanın ne olduğunu gösteriyor. Adından da anlaşabileceği gibi özgürlük, gerçek özgürlük, acı çekilmeden elde edilemez düşüncesi geliyor. Zorluk derecesi durumu daha da genelleştirebilir bir hale sokuyor. Kimi insanlar korkunç zorluklarla, engellerle karşılaşırken, bazıları daha kolay, daha rahat aşılabilecek engellerle karşılaşıyor. En derin korkularını yenip kaçış rıhtımına gelenler ise, bir kez daha acımasız bir düşmanla karşı karşıya geliyorlar: Kendileri. Oyunun son aşamasında gerçekten Torque VS Torque yaşanıyor, kötü ikizimizin bizi bizden daha iyi yönetmesi, daha güçlü olması özgürlüğün bedeli veya kurtuluşun kendini alt edebilmekten geçtiğini betimliyor. Sahildeki bota ulaşıp nehre açıldığınız an oyunun bittiğini, kurtulduğunuzu düşünmeniz gerekirken sadece içeride gördüklerinizi ve bunların karaktere yaptığı değişikler kanınızı donduruyor. Bir yanda umudun hep var olduğunu, kurtulmasının bunun en büyük kanıtı olduğunu düşünen Torque; aynı zamanda ruhunda oluşmuş tamir edilemez yaraları ve bunların ileride sebep verebileceklerini düşünürken aslında oyunun size kendi cevabını zaten verdiğini fark ediyorsunuz.
“Many try to bury their sins. But if those sins once walked, once breathed, then they’re not gone. They’re simply waiting. Waiting in the cold, festering darkness. Waiting for you.”
“Birçoğu günahları gömmeyi denerler. Ancak bir kez yaşanmışlarsa, bir kez bu dünyanın havasını solumuşlarsa o günahlar, o zaman gitmezler. Sadece beklerler. Çürüyerek, iltihaplanarak, tümörleşerek, yaşamı donduracak kadar soğuk karanlığın içinde beklerler. Sadece seni beklerler.”