Mayatah,
Belki memur suratlı bir günde yolda yürürken gözbebeklerimin çektiği herhangi bir kareye denk düştün, belki de hiç görmedim seni.
Her halükarda adını bilmiyorum anlayacağın.
Bilmek de istemiyorum aslında…
Benim için hep Mayatah olarak kal;
Mayatah olarak kal hep benim için…
Adını başkalarının değil, sadece benim koyduğum çocuk ol sen.
Eğer bir gün bulursak birbirimizi, eğer içimdeki Süleymaniye’yi keşfe çıkabilirsen, eğer dilimi çözebilen ilk dünyalı sen olabilirsen; adını kulağına ilk ben fısıldarım Mayatah.
Ama bir gün yollar biterse aramızda, bir cellat gibi nefes alan o gaddar yollar… Binlerce ortaçağ cadısının ne kadar uğraşsa da yapmayı beceremeyeceği “aşk” denilen bu büyü bozulacakmış gibi hissediyorum.
Mayatah, korkuyorum.
Dünyadan korkuyorum.
İnsanlardan, seslerden, hatta inanır mısın, bazen en çok senden korkuyorum Mayatah. Sana kavuşursam hayatta umut bağladığım tek varlığın da beni harflerimden tutup, mutsuzluklar kentine sürüklemesinden korkuyorum. “ Yüzüne baktığımda hayalimdeki Firdevsleri, Adenleri ya bulamazsam? ” ın derdi var içimde.
Mayatah.
Eğer sen varsan, eğer bir gün gelir de karşılaşırsak ve hayallerimdeki o içi çok cennetli Don Kişot olmadığını görürsem eğer, bir dakika bile düşünmem, sürerim kendimi dünyanın en kenarındaki semte.
Otururum biraz, düşünürüm; ayaklarımı sallarım dünyanın en kenarındaki semtin duvarlarından aşağı.
Ve atarım kendimi sonra duvarın ta tepesinden, bambaşka gezegenlerin kucağına…
Mayatah,
Diğer insanlar gibi bir adın olmadığını düşünmek istiyorum.
Dilimizi bilmeyen bir dünyanın alfabesini bir kez olsun kullandığını düşünmek bile üzüyor beni.
Bizi anlamayan bir gezegenin harflerinden bize neydi ki, söylesene?
Adının ne olabileceğini düşünüyorum…
Binlerce ihtimal, mezarının etrafında gezen şaşkın ölüler gibi eğreti duruyor dudaklarımın ucunda. Etrafımdaki mumların ışıkları dalgalanıyor, at koşturan bir muhacir kızının saçları gibi, yer yer nefesime teslim oluyor mumlar.
İsmini düşünüyorum… Bir de bugünlerde hangi kitabı okuduğunu, solak olup olmadığını, mürdüm eriğini mi yoksa çağla eriğini mi daha çok sevdiğini, küçükken -benim yaptığım gibi- yağmur yağdığında başına poşet geçirip sokaklarda yürüyüp yürümediğini ve şiirlerimi sevme ihtimalini filan… Aklımın senle ilgili bu minik bilmecelerle uğraşması bile gülümsetiyor beni…
Bir de beni sevme ihtimalini düşüneyim diyorum bazen, acele bir vazgeçişle, çocuğunu uyandırmak istemeyen bol merhametli Rabbin bol merhametli anneleri gibi, kapatıyorum kafamın lambalarını ve terk ediveriyorum o sorunun aklımda uyuduğu odayı.