Mayatah,
Bugün sıradan bir ikindi vakti aklımın yollarında yürürken ardıma döndüm ve çocukluğuma baktım eskimiş gözlerimle.
Hiçbir oyuncağıma isim koymadığım gerçeği geldi aklıma. Ayşe, Suna, Füsun… Birkaç isim var hatırımda ama onlar ya komşu çocuklarının bebeklerinin adıydı ya da annemin büyük bir hevesle bana aldığı bebeklere verdiği isimlerdi. Ne ben onları benimseyebildim, ne onlar beni. İsimlerinin hep eğreti durduğuna inanmıştım. Sebebini düşündüm. Sonunda oyuncaklarla oynamayı bilmediğime hükmettim. Ve sen geldin aklıma sonra ve sana verdiğim isim, Mayatah. Büyümüştüm, elimde bir oyuncak yoktu. Dünyada kimsenin anlamayacağı fikirlerimi, hayallerimi bıkmadan dinleyecek- ismi olan bir gerçeğim olmadığı gibi- bir oyuncağım da yoktu, olmamıştı. Aslında bu gezegeni paylaştığım diğer insanlar da çocukluklarında mutlaka bir oyuncağa bağlamışlardır hatıralarının iplerini. Fakat onlar da benimle tam tersi bir durum yaşıyorlar bence. Onlar çocukluklarını bir oyuncakla paylaştıktan sonra uzun zaman geçti. Büyüdü hepsi ve şuan isim verebilecekleri bir gerçek arıyorlar. Fakat gerçek zannederek isim verdikleri çoğu kişi, birer oyuncak çıkıyor. Adeta hepsi insan görünen tahtadan birer kuklaya dönüşüyor gün ağardığında. Tüm oyuncaklar karanlıkta gerçek taklidi yaparak inandırıyor kendilerine isim verenleri. Bu oyuncaklar, karanlık çöktüğünde, tüm hanelerdeki loş ışıklarda insana pek benzeyen gölgeleri sayesinde türlü oyunlar oynuyorlar kendilerine isim veren insanlara. Ve tan yeri ağarıp da şafak sökünce anlaşılıyor aslında uyuyakalmış birer düzenbaz kukladan ibaret oldukları. Ne acı…
Ben çocukluğumu hiçbir oyuncakla, hiçbir isimle paylaşmadığım gibi; büyüdüğümde de hiçbir gerçeğim olmadı isim verebileceğim. Kuklalardan da öteden beri korkarım, gölge oyunlarıyla da zihnimi bulandırmayı sevmediğimden olsa gerek, hiçbir şeye ne oyuncağım, ne de gerçeğim diyebildim. Bu durum farklı bir bakış kattı hayatıma aslında. Seni buldum Mayatah. Düşüncelerimin ardında hep gizli duran, ruhu yanımda olan, bir ismi olan, dünya denilen şu gezegende bir gün bedenine rastlamak ümidiyle nefes alıp durduğum Mayatah’ı buldum.
Ben, aynaya attığım rutin bakışlarımdan birinde, hiç çocuk olamamışlığın acısını fark ettim bir gün ve öyle tutundum sana ilk, sıkıca. Sonra geçmiş tüm yılların acısını çıkarır gibi seçtim ismini ve derhal aklımın en muntazam köşelerinden birinde bir ev inşa ettim senin için Mayatah. Pek büyük olduğu söylenemez belki ama pek sevimli bir de bahçe yaptım harflerden mürekkep çitlerle.
Hayallerimde çocukluğumdan beri ne biriktirdimse dökmek istiyorum şimdi avuçlarına. Okuduğum eski masal kitaplarımdan bulup buluşturduğum en maharetli kahramanları senin hizmetine koşmakla görevlendireceğim bir kere. Ve salacağım her birini evinin köşelerine. Bir de evine getirmesi için çocuk sevinçlerimi, bıyıklı bir postacı amca göndereceğim evine her sabah. Ve sana gönderdiğim mektuplarımla anlatacağım İkbal’i.
İkbal’den dinleyeceksin İkbal’i.
Her çocuğun bir oyuncağı varsa ve insan ömründe gerçeklere ve oyuncaklara rastlayabiliyorsa, umarım benim gibi büyümemeye söz vermiş bir çocuğu da göksel bir ödül bekliyordur bir yerlerde.
Mayatah…
Eğer varsan ve eğer tanışırsak, o gün, sahildeki tüm engelleri aşıp da sana gelebildiğim gün olacak. Ve işte bedeninle ruhunu birleştirdiğim gün evine yerleş tümden. Şu an ruhunla aklımın labirentlerinde geziniyorsun durmadan. Ama vuslat vakti gelip çattığında yalnız ruhuyla değil, etiyle kemiğiyle Mayatah dolaşacak aklımdaki evinin o sevimli bahçesinde. Düşlerimi, bahçende yetiştireceğin çiçekler gibi merhametle sevecek, dinleyeceksin. Düşlerime katacaksın düşlerini biraz da. Mayatah…
Sevgilerle
Geceyi, simsiyahı beklerim yazmak için. Tek bir insanın sesi bile harflerimi korkutup, kaçıracakmış gibi gelir çünkü bana. Kâğıda kelepçelemek de istemem harflerimin hiçbirini. O yüzden sadece tüm insanlar değil, tüm bitkiler, hayvanlar ve eşyalar uyuyuncaya dek beklerim.
Kendimi naçizane bir harf atölyesi işçisi gibi hissettiğim geceler olur benim. Sanayi inkılabına başkaldırırcasına itinayla işlerim alfabemi. Atölyeme girip, kepenkleri kapatır ve her gece yeni bir beyaz tezgâhta işlerim harfleri, usul usul. Bir kelebeği incitmekten korkar gibi nazikçe işlerim her birini. Tek tek.
İlginçtir, bazen de kendimi bir atölye ustasından ziyade, ilk uygarlıklardan kalma amatör bir çiftçi gibi de hissettiğim olur Mayatah. Hani Sümerlilerde sadece mısır yetiştiren acemi çiftçiler gibi mesela.
Velhasıl, acemi bir harf yetiştiricisi de diyebilirsin bana.
Gece çökünce evvela hayal sandıklarımdan gözlerini çıkarırım, yanıma adınla ilgili tüm tahminlerimi alırım ve sonra çıkınımdaki yüzlerce harfle ağır ağır yürürüm tarlama doğru. -Bazı mevsimler hasadım çok iyi olur Mayatah. Binlerce harften yüzlerce kelimeler filizlenir. Sonra ver elini büyülü cümleler. Bol senli ve bol büyülü cümleler.-
Bu arada, hasadın en iyi zamanı güz mevsimidir benim için. Yapraklar yeşilken ekerim harfleri, mürekkeple sularım gün be gün. Her gece kitap okurum tarlamda harflerime. Masallar anlatırım hepsine.
Yapraklar sarı rengi çaldı mı güneşin ellerinden, bir de yağmur başladı mı, en bereketli hasat günleri adımını atmış demektir İkbal’in topraklarına.
Bu mektubumda biraz sana kendimi anlatmak istedim. Beni tanı istedim sadece.
Sevgiler
Mayatah,
Sen de akşamları sessizliğe gömüldüğünde şehir; bir yerlerde beni yazıp, beni söylüyorsun değil mi? Yeni harfler inşa edip, masanın üzerine döküverdiğin kelimelerin dizilişlerini beğenmeyip, yazdığın tüm kâğıtları buruşturup atıyorsun çöpe. Ve en sonunda kocaman bembeyaz kâğıda bir İkbal yazıp susuyorsun değil mi?
Adımı mırıldanıyorsun. Sonra sert sessizleri/ yumuşak sessizleri söyler gibi, “alfabemizdeki en rayihalı harfleri söyledim işte” diyorsun ardından. Kaçınılmaz bir büyüye çaresiz bir kabulleniş gibi çıplak duvarlara çeviriyorsun bakışlarını sonra, boşluğa bıraktığın birkaç gülümseme sonrası susuyorsun sen de, değil mi?
En azından herhangi bir gezegende var olduğuna inanmalıyım…
İnanmalıyım ki; beni düşünebilesin, beni yazabilesin bir yerlerde.