Sen bana temmuz akşamlarının güneş artıklarından şarkılar biriktir
Turuncu bir yaz ağlamaktan gözleri kıpkırmızı
İlk sevdasıyla mahcup çocuğun
Ayrılık rengi yanaklarına nasıl düşerse,
Öyle düşmeli yüreğime sevdan…
Ne ılık yaz akşamları, ne ipek bir şal,
Dağınık bir rüzgar gibi hoyrat olmalı tenime değen türkün
ve ben savrulurken ayışıyla parlak bir gökyüzünün yıldızları altında
Gölgesi düşmeli uzaklığımıza gecenin
Tüm renkler ve uzaklar görünmez olmalı o vakit
Ardımıza kattığımız kahraman pelerinli o siyah gölgeler uzadıkça uzamalı
ve bulmalı o an tüm sevenler birbirini bir mahşer yeri gibi
ilk ve sonmuşçasına sarılmalı…
Ve sen gözlerin gözlerimde birikmiş bir çift hüzün tanesi,
Elleri emek ve güneş kokan çocuk…
Yine de uzanıp alnımdan öpebilmelisin beni,
“geçecek.” geçecek diyerek bunların hepsi…
Sen bana temmuz akşamlarının yakamozunu içmiş balıkların
Sarhoş denizlerinden mektuplar yolla…
Harflerini değiştir tüm dillerin
ve yalnızlık kelimesini ayır insanlardan.
Dünya nasıl var olmuştu unut,
Şimdi ve şurada duymalıyım ilk nefesini yüreğinin,
ve öylece dünyam dönmeli başımda…
Nefes aldığımız bu kaçıncı gün, unut.
Küçücük elleriyle yüreğimizin,
Birden başlayacağız saymaya…
Dost sandığını unut, ey gözleri hüzün karası,
Yüzüne bakmaya kıyamadığım sevdam,
Gözlerinde unutulmuş iki çift yağmur damlası
Hangi hüznün aziz hatırasıdır, unut.
Unut okuduğun masaları unut, onlar hep yalan söylediler bize!
Mutlu sonları unut, mutluluk bitmeyen şey gözlerinde.
Bir sus payı bırak gecede ve geceyi unut,
Bir yudum güneş, biraz sabah biriktir bize…
Sen bana gözleri pırıl pırıl bir temmuz sabahından şarkılar biriktir,
O en çocuk, o en masum gülüşünden bir de…
24 Haziran 2012 /Ankara