İnsanoğlunun en temel gereksinimlerinden bir tanesidir yemek yemek. Kimileri sadece hayatta kalmak için yer, kimileri ise ağzına attığı her lokmanın benliğinde ayrı bir şölene dönüşmesini istediği için beslenir. Öyle ya da böyle tüketir insan. Güzeli arzulamak, elindeki imkanlarla en iyisini yapmaya çalışmak her alanda olduğu gibi mutfakta da başta gelir, göze hitap etmek yemek yapmanın en önemli maddelerinden bir tanesidir. Bu noktada ortaya çıkan gastronomi disiplini, dalından yeni koparılmış taze meyvelerden tutun da, saatler harcanarak hazırlanan şaşaalı yemeklere kadar her türlü besinle ilgilenerek insan için en iyisini hedefler. Bir disiplin olarak sanat, tıp, kimya ve felsefe gibi birçok alanı da içinde birleştirir.
Yazın gelmesiyle birlikte vaktimin çoğunu yemek sitelerinde ve bloglarda belki hayatım boyunca asla denemeyeceğim tarifleri toplamakla geçiren, dönem dönem de şiddetli mide ağrıları çeken bir insan olarak Filozofların Karnı oldukça ilgimi çekti. 140 sayfalık bu kitabın yazarı Michel Onfray, elliyi aşkın felsefe kitabı çıkaran ve yemek yemekten de oldukça keyif alan bir filozof. İnsan ne yerse odur düsturundan yola çıkarak, filozoflar ve kendi diyetetik kaygılarını yer yer mizahi bir üslupla okuyucuya sunuyor. Kitap temel olarak sekiz bölümden oluşuyor ve toplamda yedi filozof ve onların beslenme alışkanlıkları, gastronomiye bakış açıları üzerine duruyor.
Doğal olanın en iyisi olduğunu savunan Diogenes, hayvani içdülerine kulak verip kan içmek ve çiğ et yemenin hazzını duyumsar. Uygarlığı tam anlamıyla reddedip olabildiğince doğayla iç içe yaşamayı savunur. Ona göre her şey çiğ olmalıdır tam anlamıyla ateşe karşıdır. Bu nokta da yazarımız Diogenes’in filozoflar arasında belki de en tutarlı olan olduğunu söyler çünkü Rousseau, doğal ve saf olanı savunup karmaşa ve uygarlığa karşı gelirken ateşi ötekileştirmez. Ona göre en kusursuz besin süttür. Yaşamak için yemeyi benimser, karnını tıka basa doyurandan uzak durulması gerektiğini söyler. Bunun karşısında Kant, alt ve üst duyuları ayırarak öznelliği vurgular. Tat almak bunlardan en öznel ve tercihe bağlı olanıdır. Koku herkesle eş zamanlı duyulurken tat almak tercihe bağlı olarak daha büyük bir zevke sahiptir Kant’a göre. Asla yalnız yemek yemez ve etlerin çeşitli şekillerde marine edilip pişirildiği tarifleri biriktirir. Kendi sağlık sisteminde kişinin kendisine sahip çıkması gerektiğini savunur. Diyetetik, bir tıp olduğu kadar erdem de olduğu için felsefedir onun gözünde. Sartre ise doğal olanın karşısında insan yapımı şeyleri tüketmeyi savunur. Kabuklu deniz ürünlerinden nefret eder. Ona göre bitkilerin de hayvanlar kadar benliği vardır ve tamamı insan üretimi olan şeyler yemek daha akıl karıdır. Nietzsche uygun beslenme düzeni ile belirgin bir ırk yaratabileceğini düşünür. Modernist gelecekçi Marinetti hamur işlerini kaldırırken yepyeni bir yemek yeme algısı oluşturur. İnsan yediği şeyler doğrultusunda düşünür ve hayal kurar. Marinetti’ye göre tüm algıların birbirini desteklediği yeni bir estetik stil oluşturulmalıdır. Çatal bıçak kullanmayı yasaklar. Her şey ellerle dokunarak tüketilmelidir.
Etçillerin karşısında otçullar, avcılık ve toplayıcılık, doğal ve saf, bozulmamış olanın çekiciliği mi yoksa karmaşık baharatlar ve pişirme teknikleri mi? Asırlardan beri semavi dinler için büyük günahlardan biri sayılan çok yemek yemek, filozofların bakış açıları ve beslenme kaygıları yazarın akıcı üslubuyla bir çırpıda okunulur nitelikte. Bunların dışında kadın ve erkeklerin ağız tadı, çocuklarda doğuştan gelen vejetaryenlik anlatılıyor. Bana ne yediğini söyle sana kim olduğunu söyleyeyim, diyerek büyük düşünürlerin karınlarında ve beyinlerinde olan irdeleniyor.
Görsel Kaynakları:
http://laregledujeu.org/mot/michel-onfray/