Ankara’da yine bol ayazlı, bol karlı ve az güneşli bir kış vardı. Artık ikinci evim haline gelmiş kütüphaneden donmuş ağaç dallarını ve üzerine buz çökmüş Ankara’yı seyrediyordum. Bir yandan vizelere çalışırken bir yandan gazete, dergi karıştırıyordum ki dikkatimi tuhaf saçları ve Doğuya ait o hüzünle bakan bir adam çekti. Daha gazete haberini okumadan anlamıştım müzisyen olduğunu ve tuhaf bir önseziyle bu adamın nağmelerinin ruhumu okşayacağını. Haber başlığı şöyleydi: “İranlı Sanatçı Mohsen Namjoo Türkiye’deki İlk Konserine Hazırlanıyor”. Ve evet! İşte Ankara’ya da geleceği yazıyordu, daha ne olsundu! Bir notasını dahi duymadan sevmiştim hüzün gözlü adamı. İşte böyle tanıdım ben Mohsen Namjoo’yu. Sonra Türkiye’de verdiği ilk konserine gittim ve şu an ikincisinin haberini yapmaktan büyük mutluluk duyuyorum. Evet, Mohsen Namjoo 12 Aralık 2015′te Congressium’da dinleyicileriyle buluşacak. Ardından 19 Aralık’ta İstanbul Volkswagen Arena’da sahne alacak. Biletler tükenmeden alın derim, zira yazıyı bitirip tecrübelerimi okuduğunuzda -benim gazete haberini gördükten sonraki halim gibi- siz de kendinizi Farsça şarkılar mırıldanırken bulacaksınız.
Peki, kimdi o adam? Ve neden hüzün taşıyordu o gözlerden? Hemen birkaç müziğini dinlemenin akabinde hakkında biraz araştırma yapmaya başladım. Mohsen Namjoo geleneksel müzik enstrümanı Setar ustasıydı. Babası o küçükken ölmüş, abisi ve annesi onu müzik okuluna göndermişlerdi. Lakin okula girmek için bir çalgı aleti çalmak gerekiyordu ki, en ucuzu olduğu için ailesi ona Setar almıştı. Hayatın latifesine bakın ki, o şu an Setar’ın üstadlarından. Önce Tahran Tiyatro Okulu’na daha sonra da Tahran Müzik Okulu’na gitti, ama yaptığı müzik İran yönetimine göre aykırı ve tehlikeli bulundu, sonuç olarak okuldan atıldı. Tahran’da verdiği üç konserden sonra halk onun şarkılarını terennüm etmeye başlayınca iktidarın tedirginliği arttı. 2009’da yaptığı bir şarkıda Kuran’dan ayetler kullanması onun tüm hayatını değiştirdi, 5 yıl hapis cezası yedi ve ülkesine giriş yasağı kondu. Namjoo’nun albümleri arasında ilk albümü Toranj, Oy, Useless Kisses, Alaki ve en yenisi Trust the Tangerine Peel’i sayabiliriz. Sanatçı şu an California’da yaşıyor ve memleketi Horasan’a duyduğu hasreti şarkılarına konu ediyor. Bunun gibi bilgileri okuduktan sonra keşfetmiştim: evet, o hüzün ve özlemle yoğrulmuştu.
Konsere kadar tüm şarkılarını dinledim, sözlerini de inceledim; Mevlana‘nın, Ferüdüddin Attar‘ın sözleriydi bunlar. Nihayet 28 Ocak 2015 gecesi kapıya dayandı ve tuhaf saçlı, hüzün gözlü adam sahnedeydi. Nadir rastlanan 4 oktavlık sesiyle, şarkı esnasında kendinden geçmesiyle karşımda duruyordu. Gözlerim kapalı onu dinlerken sıla hasretini tattım, aşkı tattım, en önemlisi de âdemoğlunun hikâyesini dinledim. Nağmeleri öyle katışıksız öyle içtendi ki, hikâyeye dâhil olmak işten değildi. Önce ülkesine özleminden bahsediyor, sonra Leyla’nın aşkını anlatıyor, sonra da evladını kaybetmiş bir annenin ağıtını ödünç alıyordu. Bense sükûnet ve şaşkınlıkla kendimi kaptırmış, birdenbire müziğinin ana kahramanı oluvermiştim.Önce Mecnun’la konuşuyor, sonra o annenin bir gözyaşı olup akıyordum. Gözlerim kapalı kendimi bu denli kaptırmışken ses rengini aniden değiştiren geçişleriyle dikkatimi yeniden cezbediyordu Namjoo, gözlerimi açınca onun kendinden geçerek mikrofonu neredeyse yere değdirecek kadar eğilip şarkıyı o şekilde söylemesine hayretle bakıyordum. Arada bir kırık İngilizce aksanıyla şarkıların açıklamasını yapıyor, nasıl yazıldığını kime yazıldığını anlatıyordu. İnsanoğlunun kısa yaşamında tadabileceği tüm duyguları tükettikten sonra, her güzel şey gibi konser de son buldu. Geçen iki buçuk saat boyunca Rock ve geleneksel müziğin sıradışı karışımını huzurla dinledikten sonra hüzün gözlü adama veda ettim. Eve dönerken dudaklarımdan istemsizce şu satırlar dökülüyordu:
“Ey kervancı, ey kervan! Leyla’mı nereye götürüyorsun,
Leyla, canım ve yüreğim olduğu halde? Ey kervancı,
Leyla’mı niçin götürüyorsun,
Birbirimize yalnızken verdiğimiz sözlere Tanrı şahitken?
Ve aşkımızın karar kılmadığı hiçbir yer yokken?”
Namjoo‘nun en çok eleştirilen noktası Farsça bilen birinin bile telaffuzundan ne dediğini kestirememesi. Hakikaten de öyle, ilk başlarda sözlere bakmama rağmen takip edemiyordum bir türlü. En sonunda kendimi bu boşa kürek çekmekten vazgeçirip sadece tınılara odaklanmayı tercih ettim. Namjoo’nun müziğiyle tanışmamın üzerinden yalnızca 1 yıl geçmesine rağmen müziğini çok samimi buluyorum, kendisini de pek tuhaf. Müziğini dinleyince tuhaf ses geçişlerinden anlaşılabiliyor az çok tuhaflığı, ama konserine gittikten sonra kesin kararımı vermiştim: Bu adam sahiden tuhaftı. Öylesine kendinden geçiyordu ki sahnede, şarkının hikayesini bize de yaşatıyordu. Bence onun müziğini tılsımlı yapan şey de bu zaten, anlatılacak çok hikayesi fakat dinleyecek az insanı var, o yüzden bu samimiyeti. Tuhaf hikayelerini dinleyen nadir insanlardan biri olduğum için mutluyum, siz de mutlu olmak istiyorsanız biletler için tık tık. Kulaklıklarım da beni mutlu etmeye yeter diyorsanız en sevdiklerim sizler için aşağıda; buyrunuz kulağınız şenlensin.