“Yeryüzünde hiçbir şey insan ruhuna hiçlik kadar baskı yapamaz.” Stefan Zweig
Stefan Zweig’ın 1942’de intihar etmeden önce yayınladığı son kitabı Satranç, içinde otobiyografik ögeler barındırıyor. Kitapları anlamlandırmaya çalışırken yazarlarının hayat serüvenlerini de göz önünde bulundurmak önemli olduğundan, yaptığım araştırmalar sonucu doğup büyüyen her insan gibi Zweig’ın da hayat oyununun feleğinden geçtiğini fark ettim. Almanya’nın Nazi döneminde yaşayan yazar, Pasifist yöneliminden dolayı hep otoritelerden kaçmaya mecbur bırakılmış, kendi yalnızlığında yaşamış ve Dünya’da savaş kaynaklı çalkantılı olayların yaşandığı bu süreçte daima sorgulama yapmış. Yeri gelmiş savaşı sorgulamış, yeri gelmiş barışı. Bazen de insanı, onun çetrefilli hayatını konu etmiş yazınına. İşte birkaç insanın-Dr.B, Mirko Czentovic, Mcconor gibi- bir oyun karşısında çılgınca direnişini konu edinen Satranç’ta, 64 kareli tahta üzerinde insanoğlunun yaşam oyununu sunmuş biz okuyuculara.
Kitapta en çok ilgimi çeken olaylardan biri Dr.B’nin oynayacak örnek oyunu kalmayınca kendi aklını ikiye bölüp iki farklı insanmış gibi içindeki bir beni öteki benle yüz yüze getirmesiydi, tıpkı çizgi filmlerdeki sağ ve sol omuzdan birbirine zıt şeyler söyleyen küçük insancıklar gibi. Her insanın iç âleminde yaşadığı zıtlıklar ve çatışmaları temsil eden bu olay, insanın kendisine bakış açısına da farklı bir boyut getiriyor. Bir sınavla, bir zorlukla karşılaştığımızda içimizdeki hangi ben konuşacak? Sağduyulu olan mı, kavgacı olan mı? Azimli olan mı, tembel olan mı? Aslında gündelik hayatta karşılaştığımız her zorlukta bu muhasebeyi yapıp karar versek yaşam oyunun temel kurallarından birini kavramış olabiliriz diye düşünüyorum.
Derin düşündürücü ögeler barındıran kitabın en karakteristik özelliği bir oyun üzerine kurulu olması. İki renkli taşlar ve 64 kareden oluşan tahtadan ibaret olan oyun, aslında yazar için sadece bir imgelem. Karakterlerden Mirko Czentovic asla yenilmeyen, kibirli ve aşırı soğukkanlılığı tavrıyla bu oyuna dâhil olurken; Mcconor hırsıyla; Dr.B de iç savaşları ve kendini tahtada kaybedişiyle dâhil oluyor. Asıl gerilimse Mirko Czentovic ve Dr.B arasında yaşanıyor. İki karşıt tarafı simgeleyen iki satranç oyuncusu, kendi bildikleri satrancı karşısındakinin satrancıyla yarıştırıyor. Esasında tüm bu simgesel oyun ve hamlelerden çıkardığım tek bir sonuç var ki o da bu: bizler Dünya’ya geldiğimizden beri bir oyunun içerisindeyiz. 64 kareli tahtada At’larımızı Fil’lerimizi bir ileri bir geri yaparak Mat’a ulaşmaya çalışıyoruz.
Elbette her insan için Mat’ın ifade ettiği anlam farklı. Kimi için kariyer, kimi için şöhret, kimi içinse sıcacık bir yuva. Hedef ne olursa olsun bu oyunun süresi olan herkes Mat’ı hedefliyor. Fakat burada insanları birbirinden ayıran nokta, yolda nasıl yürüdükleri, hamleleri nasıl yaptıkları oluyor. Mirko Czentovic gibi salt Mat odaklı, hiç keyif almadan, zafere programlanmış bir robot gibi bu oyunu oynarsanız zafer ellerinize geldiğinde yalnızca etrafınıza kibirli bakışlar atıp yanınızda hiç kimseniz olmadan bir sonraki Mat’ı planlamaya başlıyorsunuz. Ancak böyle bir oyun size haz vermediği gibi “oyun” olma işlevini de yerine kaybediyor. Yazarın da dediği gibi: “Bir saat tahtanın önüne oturursam, kesinlikle kendimi zorlamak için değil, tam tersine, üzerimdeki gerginlikten kurtulmak için yaparım bunu. Ötekiler, gerçek satranç oyuncuları, satrancı ciddiye alırken, ben sözcüğün tam anlamıyla satranç ‘oynarım’.” (Zweig, 1942) Yaşam oyununda keyif almadan sadece ilerlemek için ilerleyeceksek oyunun ne anlamı var ki? Hamleleri elbette hesaplayacaksınız fakat salt kazanmak için değil; yeni yollar keşfetmek için, tecrübe için. Düşe kalka ilerlenen bu tahtada hiçbir âdemoğlu ilk oynadığı oyundan son oynadığı oyuna kadar zaferle kalkamaz zaten. Biz, yaşam oyununda kötüyü tecrübe ederek iyiyi; zoru tecrübe ederek kolayı öğreniriz. Öğrenirken de zararlı bir hırsla değil ama azim ve sebatla ilerleriz. İlerledikçe öğreniriz, öğrendikçe zevk alırız. Nihayetinde yaşam, oynadıkça güzel!
Meyra
Çok güzel kusursuz bir yazı olmuş emeğinize sağlık
Fazilet Merve Çağlayan
Teşekkür ederim, daha güzel yazılarda buluşmak dileğiyle :)