Venus adındaki yetenekli ve sakin bir lise öğrencisinin “Nerve” adlı bir internet bazlı oyuna katılmasıyla başlayan “Oyun” (Nerve, 2016), daha önce de insanların internet üzerinden kimliklerini nasıl manipüle ettiklerini gözler önüne seren “Catfish” filminin yönetmenleri Henry Joost ve Ariel Schulman tarafından yönetilmiş, başrollerinde Emma Roberts (Scream Queens, We’re the Millers) ve Dave Franco (Now You See Me, 21 Jump Street) yer alan bir gençlik filmi. “Nerve” adlı oyun, Aristoteles’in demokrasiyi yozlaşmış bir yönetim şekli olarak gören politik sınıflandırmasıyla paralel bir şekilde, her şeye oylamayla karar veren “izleyiciler” ve izleyiciler tarafından verilen tehlikeli görevleri para karşılığı yerine getiren “oyuncular”dan oluşuyor. Bu görevler bir yabancıyı öpmekten, bir gökdelenin tepesindeki bir vinçten tek kolla sallanmaya kadar uzanıyor ve bu tehlikeli iddiaları izleyenlerin cebinden çıkan izleme ücretleriyle oyunculara görevin tehlikesiyle orantılı olarak, yüklü miktarlar ödeniyor. İnternet üzerinden oyuncuların her türlü bilgisine ulaşabilen izleyiciler; oyuncuların korkularını, sevdikleri şeyleri, hayallerini ve diğer oyuncuları onlara karşı kullanarak oyunu basit bir “doğruluk mu cesaret mi” oyunundan çok daha öteye götürüyor.
Daha genç bir kitleyi hedeflediği, karakterlerin yaşından tutun da (aynı zamanda oldukça başarılı olan) soundtrack’inden bile belli olan Nerve’den insanın ağzını açık bırakacak büyük hikâye değişimleri veya asla tahmin edemeyeceğiniz sürprizler beklememekle iyi edersiniz. Ancak yine de, filmin hatırı sayılır bir gerginlik yarattığı da, sonunu önceden belli etmemek konusunda iyi iş çıkardığı da inkâr edilemez. Fiziken oldukça tehlikeli olan görevler esnasında, sinema salonundaki birkaç insanın gergin bir şekilde koltuklarına tutunduklarını düşünürsek, yönetmenlerin gerginlik yaratma konusunda gerçekten başarılı olduklarını ve bu başarılarının, yükseklik içeren sahnelerde yükseklik korkusu olmayan benim bile midemi bulandıracak derecede olduğunu da vurgulamak gerek. Filmin sonunun birçok eleştirmen tarafından çok düz ve “anticlimactic” bulunmasının sebebi de, filmin ortalarında fazlasıyla gerilen izleyicinin baştaki fiziksellikten ve adrenalinden uzak, daha toplumsal mesaj dolu bir sonla karşılaşması olsa gerek.
Filmin internetin karanlık tarafını araştırmaktaki çabası en üstteki katmanlardan biriyken; insanlığın, gladyatörlerin birbirini öldürmesinin en büyük eğlence olduğu günlerin üzerinden geçen binlerce yıldan sonra bile aslında çok da değişmediğini de bir alt mesaj olarak görmek mümkün. Aslında çok daha tüyler ürpertici olabileceği hâlde filmde üstüne gidilmeyen “çoğunluğun dediği olur” teması, insanların anonim internet kimlikleriyle birinin ölümünü emretmekten bile çekinmeyeceği gerçeğiyle birleşerek filmin toplumsal mesajına dönüşüyor. Bu gibi temaların üstüne çok daha karanlık şekillerde gidilebilecek olsa da, Nerve’ün bunu şu anki gerçekliğimize ve teknolojiye sadık kalarak, hem de 96 dakikada, buna daha önce yeltenen birçok filme göre daha başarılı bir iş çıkardığı bir gerçek. (Ben en karanlığını, en iyisini isterim diyenlere tavsiyem: Black Mirror.)
Filmin içeriği, konusu, karakterleri bir yana; internet ve teknoloji temalarının çevresinde gelişen görsel bir iş olarak, teknolojiyi ekrana yansıtma konusunda konuşulmadan geçilmeyecek kadar iyi. Nerve’ün, film boyunca hem oyuncuların telefonlarından üçüncü kişi olarak, hem de izleyicilerin gördükleri görüntülerin bizzat izleyicisi olarak gördüğümüz arayüz tasarımı bile, daha önce birçok korkunç mesaj okuma sahnesi izlemiş bir izleyici nesli olarak alkışlayacağımız bir şey olsa gerek. Aynı şekilde filmi alışılagelmiş açılardan izlerken bile ara ara “glitch” adı verilen görüntü sorunlarıyla sanki Nerve’ün gizli bir izleyicisiymişiz gibi karşılaşmak, izleyiciyi hem filmin hem de oyunun içine çeken unsurlardan biri. Yüksek bir tempoyla New York’ta gerçekleşen olayları birçok ışık oyunuyla, neon renklerle izlemenin verdiği keyif için sinematograf Michael Simmonds’a da bir selam çakmamak olmaz.
Konusunu ve mesajını sonuna kadar yaşayıp yaşatmayan bir film olsa da, internetteki anonimlik üzerinden çevrimdışı hayata da uyarlanabilecek uyarı mesajı ve izleyicisine yaşattığı gergin ve keyifli anlarla izlenmeye değer bir film. Temposu düştüğünde bile sıkmayan, oyuncularının arasındaki kimya göz ardı edilemeyecek, bu yüzden de izlemesi eğlenceli bir film “Nerve”. Bechdel testini geçen az sayıdaki gençlik filmlerinden biri olarak Nerve; oyuncu seçimlerindeki çeşitlilikle birlikte, Orange is the New Black’le tanınıp sevilen Samira Wiley’e büyük bir hacker grubunun başındaki hacker rolünü vererek izleyicilerine hem politik, hem de feminist bir öpücük gönderiyor. Ciddi bir bilim kurgu izleyecek havanızda değilseniz ama basit aşk filmleriyle zaman öldürmek de istemiyorsanız ilk tercihiniz Nerve olabilir.
Resim kaynakları:
http://www.tunefind.com/movie/nerve-2016
https://www.youtube.com/watch?v=5pXGmKmHgQ4