Toplu konutlarda yaşayan, birbirine aşık genç çift Cemil ve Nazlı’dan çok sonra çıkageldi Rıfat. Cemil evde ruh söküklerini dikip, kitabının yayınlanmasını beklerken Nazlı işe giderdi. Cemil yakasına doğru konuşur, kendi sesinin ancak kendisine duyurabildiği yarı gerçek yarı hayal bir dünyada yaşardı. Karısına aşıktı, karısı da ona. Evliydiler, sevgiliydiler ve arkadaştılar. Rıfat yalnız, sevgilisi onu terk edeli çok olmuş, onun ağzından mektuplar yazıyor kendine, bazı zamanlar çocukluğunu icat etmeye kalkıyor yeniden, ruh söküklerini dikemiyor.
Barış Bıçakçı belki de mevsimin en güzel haberiyle geldi, son kitabı Sinek Isırıklarının Müellifi’nden beş sene sonra Seyrek Yağmur yayımlandı. İncecik bir kitap, mesai saatinin bitmesini bekleyen bir memurun akşamüstü okuması, uğuldayan amfilerden birinde derste hiç gözü olmayan bir öğrencinin gündüz okuması olabilir, yalnızca bir iki saat içinde bitecektir. Soğuk havaların devam ettiği şu günlerde, hafta sonunu evde değerlendirenlere yarenlik edip, içlerini ısıtacak bir şeyler anlatacaktır. Arka kapağında şu albenili cümle: Bir pazar sabahı Rıfat günlerin aynı kaba damlamadığını fark etti.
İlk önce, Herkes Herkesle Dostmuş gibi demişti Barış Bıçakçı. Sonraki kitaplarında ise yazına konu olabilecek her bir duyguyla beraber, en önce dostluğu işlemiş, kalbi diri tutan güzel dostlukların hikayesini anlatmıştı. Seyrek Yağmur, yazarın belki de dostluğu en az işlediği kitabı. Rıfat’ın bir kitapçı dükkanı ve arkadaşları var. Dostluktan ziyade, ahbaplık ettiği kimseler. Rıfat’ın deliliğine, emaye bir kap alıp seyrek yağmur peşinde koşmasına şaşıran kimseler. Ender olsaydı yağmur peşinde koşturan, Çetin de yanında olurdu mesela. Bu yüzden insan daha çok üzülüyor Rıfat’ın haline.
Rıfat biraz İlhami Algör karakterlerine benziyor, hani şu hikayesini yaşamaktan çok hikayesi üzerine düşünen, sonra kalkıp hikayesini arayan karakterlere. Eksantrik bilgi birikimiyle caka sattığı oluyor ama yeğenine bile yeniliyor fikir münakaşasında. Güzel seviyor ama sevilmiyor. Rıfat çok düşünüyor, filmleri, kitapları, eskileri; ama yaşamıyor.
Seyrek Yağmur, yazarın en zayıf kitabı olabilir. Rıfat bir türlü ete kemiğe bürünemiyor. Rıfat kendi olamıyor, birisi olamıyor, birileri oluyor sürekli. Yeni bir şey söyleyemiyor. Yarı gerçek yarı hayal dünyasından bir anda sıyrılıyor Rıfat, güncelden uzak kalamıyor, son iki bölümde aksiyona karışıyor. Böylelikle Barış Bıçakçı’nın kendine has kurgusuyla başlayan kitap, uyumsuz bir sonla bitiyor. Yine de Rıfat iyi adam, sevdiriyor kendini. Bu kitaba dair bir yazıda da hatırlatıldığı gibi, Tanpınar, bu ülke, evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkanını vermiyor, demişti. Barış Bıçakçı da söylenmesi gerekenleri söylüyor, bu coğrafyanın huzursuzluğunu dile getiriyor bir deli adamın aracılığıyla.
Bir alıntıyla bitirelim, Aylak Adam’ın Bay C’sini hatırlatıyor, onun sinema çıkışı söylediklerini:
Sinemanın önü kalabalık. Hepimiz bir mucizenin kırıntılarını toplamaya gelmişiz, ne güzel, diye düşünüyor Rıfat. Kırıntının boyutlarına ayarlı bakışlarımızla hiçbir ayrıntıyı kaçırmıyoruz. Ama başımızın öne eğik olması, kırıntının doğası gereği yerde aranmasıyla mı ilgili, yoksa bir mahcubiyet mi var, seyirci olmanın ezeli mahcubiyeti?
İyi okumalar…
Not: Barış Bıçakçı’nın sonraki romanlarında hikayesini anlatacağı karakterler yayımlanan ilk kitabında, Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’de, bahsedilen kişilerdir. Mesela, Veciz Sözler’in Hulki’si, Bizim Büyük Çaresizliğimiz’in Ender ve Çetin’i, Sinek Isırıklarının Müellifi’nin Nazlı ve Cemil’i o ilk kitabın sayfalarında bir yerlerdedir, göz kırparlar. Ben Rıfat’ı da aradım fakat bulamadım. Rastlayan haber ederse sevinirim.
Not 2: Kapak tasarımı özensiz bir çalışma olduğu için – bence minimal ve hoş- sosyal medyada birçok kişi tarafından eleştirildi. Şimdi bir de Herkes Herkesle Dostmuş Gibi’nin kapak tasarımına bakalım, bence İletişim’in en büyük zevksizlik örneğidir: