“Hayatta kalmaya çalışmak” ilk örneklerinden  beri insanlığın en temel hedefi oldu. Yirmi birinci yüzyılda bu çaba, ilk zamanlardaki gibi insanın doğayla olan mücadelesindense, insanın insana,insanın silaha ve politikaya karşı mücadelesi ile daha çok tehlikeye girmeye başladı. Giderek tırmanan bir gerilim halinde olan bu değişim, kimsenin kendini hiçbir ülkede huzurlu hissetmediği bir güvensizlik ortamı ve korkunç savaşlara, saldırılara yol açtı. Günlük hayattaki tehlikelerden bu kadar boğulmuşken başka bir dünyada başka bir mücadeleyi izlemek ve belki de alışık olmadığın savaşların içinde kendini bulmak, mevcut düzenin getirdiği kafa karışıklığını, bunaltıyı bir süre erteler düşüncesiyle “The Walking Dead” isimli diziye getireceğim konumuzu. Dizilerin bu kadar revaşta olduğu ve dizi kalitesinin, prodüksiyonların ve bu sektöre harcanan sermaye ve emeğin her geçen gün arttığı, sağlamlaştığı şu sıralar The Walking Dead de “hayatta kalma” temalı dizi kategorileri arasında ilginç bir örneği temsil ediyor aslında.

Konusu birçoğu için önyargıyı mümkün kılan bir senaryoya dayanıyor ki başta bu önyargı beni bile izlemekten alıkoymuştu diyebilirim. “Zombi”lere inanmak, bu tür karakterlerden korkmak için yaşımız geçmemiş miydi? Ama soru yanlıştı, yaşımızın geçmesi gerekmiyordu çünkü bu tür kurgulardaki amaç zaten korku yaratmak ya da insanları bu masala inandırmak değil, bilim kurgu üzerinden izleyiciyi, okuyucuyu başka bir dünyaya ve mücadeleye davet etmekti.

Birçok sosyologun da ileri sürdüğü üzere insan doğası gereği, genlerinde kodlu bulunan mücadele arzusundan ve tehlikeye olan eğiliminden kurtulamıyor, ne zihnen ne fiziken. Zannediyorum bu nedenle bu tür dünyanın sonunun geldiği, insanların farklı şekillerde “ilkel” sayılabilecek mücadeleler verdiği kurgular bizi çok etkiliyor. Zaten bir virüs/hastalık sonucu insan beyninin çeşitli fonksiyonlarını yitirdiği ve “zombi” olarak isimlendirdiğimiz yeni bir fiziksel duruma geçtiği senaryolar yeni değil, daha önceden Stephen King, Robin Cook gibi yazarlar, Marc Foster gibi yönetmenler tarafından da başarılı bir şekilde ele alınmış, ve bahsi geçen “insan doğası” nedeniyle oldukça etki yaratmıştır. Ancak şuan 7.sezonunda ve senesinde olan Walking Dead, belki ekranda kaldığı sürenin uzunluğu nedeniyle, belki de sosyal medya gücünün desteğiyle, benzer kurgular arasında popülaritesini zirvede yaşayan bir dizi haline geldi, eski örneklerini de birçoğuna unutturdu.

the-walking-dead-episode-708-rick-lincoln-michonne-gurira-800x600-inside

Bu popülaritenin altında kesinlikle boş bir zemin olduğu söylenemez tabi, bence dizinin mevcut başarısı kesinlikle abartılmış değil. Özenle yaklaşılmış karakter seçimleri, oyuncu tercihleri ve inanılmaz bir emek söz konusu. Dizinin senaryosunu bir çizgi romandan alması yani temelini halihazırda sevilen ve beğenilen yazılı bir bültene dayandırması da kurgunun her sezon ve her bölüm bu kadar sağlam ilerlemesinde oldukça etkili bence.  Ancak diziyi farklı kılan, metnin ve görsel basılı metaryelin sahnelenirken, çizgi romana birebir bağlı kalınmamasına rağmen okuyucuların kafasında canlandırdıkları dünyayı ve karakterleri birebir yansıtması olmuştur diye düşünüyorum. Birebir bağlı kalınmaması aslında okuyucular için de diziyi takip etmelerini ve benzer bir evrende aynı karakterler ile farklı sonuçlara heyecanlanmalarını sağlamak adına doğru bir tercih. Ancak çizgi roman okuyucuları kadar, çizgi romandan önceden haberi olmayan ben ve diğer birçok izleyici için de dizi, birbirine en küçük detaylarına kadar bağlı bölümleri ve başarılı olay örgüsü ile izleyiciyi kurgusunun içine alıyor.

The Walking Dead’in önyargı ile yaklaşılmaması gereken en önemli özelliği, zombilerle olduğu sanılan mücadelenin aslında insanın insanla, hatta bazen insanın kendisi ile mücadelesine tanık oluyor olmamız sanırım. Zombiler bir iki sezon sonra neredeyse önemini yitiriyor, ve kritik noktalar hariç günlük sıradan bir sorun haline geliyorlar. Asıl sorun, asıl mücadele kaynakların azaldığı ve kuralların olmadığı bir dünyada her bireyin ilkel yaşam mücadelesinde, karakterinin ve kişiliğinin değişmesi ve bu kaos ortamında egemen olmaya çalışırken zalimleşen insanlar ile başlıyor. Ve bireylerin kendilerini, sınırlarını ve “öldürmek” fiilini sorguladıkları, çoğu zaman kendi hayatları ile başka hayatlar arasında seçim yapmaya bırakıldıkları hikayeler insan doğasını en acı gerçekliği ile yansıtmış oluyor. Yerlebir olmuş, düzeni kalmamış hatta ekosistemi bozulmuş bir dünyada, insanların düzenlerini nasıl baştan kurmaya başladıklarını gözlemlemek, bir topluluğun iç dinamiğini, lider psikolojisini ve insalar arası ilkel ilişkilerin başlangıcını anlamak adına, neredeyse psikolojik bir belgesel niteliğinde The Walking Dead, belki yalnız bu belgesele tanık olmak için bile önyargılara küçük bir mola verilebilir.

Yazıda Yer Alan Fotoğraflar:

http://www.tvguide.com/news/why-the-walking-dead-latest-death-needs-to-stick/

http://www.forbes.com/sites/insertcoin/2015/03/22/how-many-seasons-of-the-walking-dead-can-we-realistically-expect-from-amc/#6983b6be4c5e

http://www.thewalkingdead.com/

Leave a Reply