Büyük bir seyirci kitlesine sahip Amerikan suç-polisiye filmleri 2. Dünya Savaşı’nın etkisiyle Fransız sinema salonlarında da kendine yer edinmeyi başardı. Bunun neticesinde, bu tarz filmler 1946 yılında Fransız eleştirmen Nino Frank’ın ortaya attığı Film Noir (Kara Film) kavramıyla anılmaya başladı.

Film Noir kabaca kahramanlarını çürümüş ve karamsar bir dünyanın içine yerleştiren Hollywood suç filmlerini tanımlamak için kullanılan bir sinema terimidir. Film Noir akımı, her akım gibi bir anda ortaya çıkmamıştır. Bu az ışıklı siyah beyaz filmlerin ortaya çıkmasında, dönemin B sınıfı filmleri olarak nitelendirilebilecek absürt dekor, ışığın ve gölgenin abartılı kullanımlarıyla dikkat çeken Alman Dışavurumculuğu’nun etkisi büyüktür.

Alman Dışavurumculuğu'nu başarılı bir şekilde yansıtan 'M' filminden bir kare.

Alman Dışavurumculuğu’nu başarılı bir şekilde yansıtan ‘M’ filminden bir kare.

Bu filmlerin en büyük özelliği ağır melankoli havası içinde geçmesidir. Mekanlar kasvetlidir ve siliktir, karakterler sürekli sigara içer,  femme fatalelerle* yaşanan yasak ilişkiler aşk acısını doğurur ve karakterlerimiz intiharın eşiğine gelir. Hiçbir karakter geleceğe umutla bakamaz ve acılarını biraz olsun dindirmek için alkole sarılırlar. Senaryolar ise genelde dedektifin bir cinayeti çözmesi şeklinde kurgulanır.

Film Noir’in etkisi günümüz sinemasında da zaman zaman görülmektedir fakat Hollywood’un klasik Film Noir dönemi 1940’ların başından 1950’lerin sonuna kadar sürmüştür. Bu dönemin klasik adıyla tarihe geçmesindeki en büyük sebep çekilen filmlerin kara film manifestosundan habersiz yani doğal olarak çekilmiş olmasıdır. Bu 20 yıllık dönemden sonraki dönemler ise belirli bir kara film tanımının oluşmaya başlaması nedeniyle bu yönelimin iz sürücüleri olmaktan öteye gidememişlerdir. Klasik dönemin kült yapımları arasında The Third Man (1949), Double Indemnity (1944) ve Sunset Blvd. (1950) filmleri sayılabilir.

Özellikle döneminde büyük yankı uyandırmış ve Film Noir’in en güzel örneklerinden biri olan, Billy Wilder yönetmenliğinde vizyona girmiş Sunset Bulvarı’ndan bahsetmeden geçmek olmaz. Film, genç senarist Joe Gillis’in bir havuzda kanlar içinde yüzüstü yatarken görüntüsü eşliğinde, anlatıcı Joe’nun bizi altı ay öncesine götürmesiyle başlar. Yazdığı senaryoları satamayan ve parasız kalan Joe’nun başı eski borçlarıyla derttedir. Arabasını borçlarına karşılık geri almak isteyen alacaklılarından kaçarken Sunset Bulvarı’ndaki bir eve sığınır. Evin sahibi sessiz filmleriyle zamanının en ünlü aktrislerinden Norma Desmond’dır. Eski ününü hemen geri kazanabileceğini sanan Norma, kendi yazdığı bir senaryoyla sinema dünyasına geri dönmeye hazırlanmaktadır. Joe kendisine senaryo yazımı konusunda yardım edebileceğini söyleyince Norma onun evde yaşamasına izin verir, ve sıradışı olaylar gelişmeye başlar. Sunset Bulvarı’nda kara filme dair aradığımız çoğu özellik mevcuttur. Senaryomuz bir hırsız-polis koşuşturması havasında oluşturulmuştur. Baş karakterimiz Joe, iş arkadaşı Betty ile nişanlı olmasına rağmen yasak aşk yaşar. Norma Desmond’un eski ününü kazanma umudunun yavaş yavaş yıkıldığına şahit oluruz ve bu yıkılışın arkasındaki karamsarlık tüm karakterlerimize etki etmiştir. Sekanslar ise klasik kara film özelliğine birebir uygun; az ışıklı ve gölgenin abartılı kullanımıyla dikkat çeken sahnelerdir.

Sunset Bulvarı, Joe ve Norma sessiz film izlerken.

Sunset Bulvarı, Joe ve Norma sessiz film izlerken.

Bu akımın etkileri günümüzde de devam etmektedir. Özellikle Quentin Tarantino kara film havasında yüksek bütçeli ve kaliteli filmler yaparak kendi üslubunu oluşturmayı başarmıştır. Pulp Fiction (1994) bu konuda devrim niteliği taşır. Bu filmde kara film atmosferinde geçen olaylar sıradışı çekim teknikleri ve ironi içeren diyaloglarla başarılı bir şekilde aktarılmıştır beyaz perdeye. Kara filmden etkilenerek çekilen başarılı filmlerden bir diğeri; Robert Rodriguez’in yönettiği Sin City (2005)’dir. Bu film belki de gelmiş geçmiş en kara filmdir. Olaylar tamamen polisiye senaryo üzerine kurulmuştur. Erotizim, sigara ve alkol tüketimi yoğun olarak hissettirilir seyirciye. Çekimler ise bize kara filmin yaşattığı karamsarlığın ötesinde bir karamsarlık yaşatır. Az ışıklı ve ürpertici sokak sahnelerinde melankoliyi iliklerimize kadar hissettirir Rodriguez.

Film Noir akımını daha kara bir üslupla yansıtan Sin City filminden bir kare.

Film Noir akımını daha kara bir üslupla yansıtan Sin City filminden bir kare.

Film Noir’in bir tür mü yoksa bir üslup mu olduğu sinema dünyasında büyük bir tartışma konusudur. Üslup olarak nitelendirilmesinin nedeni yönetmenlerin birbirinden habersiz ve doğal olarak bu tarz filmlere girişmeye başlamalarıdır. İster üslüp ister tür olarak nitelendirilsin spontane gelişen bu kara filmler, yakın zamanda çekilen polisiye-suç filmlerinin ilham kaynağı olmuş ve olmaya da devam edecektir.

*İlişkiye girdiği erkeklere sonunda büyük sıkıntılar yaşatan çekici ve baştan çıkarıcı kadın. Fransızcada “felakete neden olan kadın” anlamına gelir.

Kaynak:

http://rimashahasphotography.weebly.com/german-expressionism.html

https://en.wikipedia.org/wiki/Film_noir#Classic_period

http://www.filmsite.org/filmnoir.html

Leave a Reply