Merhaba sevgili okurlarımız! GazeteBilkent ‘in Kültür-Sanat Birimi olarak başlattığımız yazı dizimizde her yaştan okurumuz için bu ay yepyeni bir içerik hazırladık. Bu ayki yazı dizimizin hangi konuda olacağını sizler belirlediniz ve yaptığımız anket sonucu en çok oy olan konu İnsan Hakları ve Demokrasi Haftası kapsamında özgürlük, adalet ve eşitlik temaları içeren eserler oldu.
Bu ay, siz değerli okuyucularımız için sosyal mesajları, eleştirileri belki de insanlığa tuttukları aynalarla ses getirmiş en çarpıcı eserleri derledik. Bu yazımızda; Açlık Oyunları, Clockwork Orange, Fahrenheit 451, Leviathan, Schindler’s List ve Suffragette eserlerini ele aldık. İçeriğimizi iki bölüm olarak sizlerle paylaşacağız. Keyifli okumalar dileriz!
Lale Şenkula
Açlık Oyunları
Umut, korkudan güçlü tek duygudur.
2012 yılında aynı isimli romandan sinemaya uyarlanan ve toplamda üç kitabı bulunan Hunger Games serisi; adalet, eşitlik ve güç gibi insanlık kavramlarına alternarif bakış açıları getiren başarılı bir yapım.
Capitol yönetimindeki mıntıkılardan oluşan Panem, bir nevi kast sistemiyle vatandaşlarının ihtiyaç ve haklarını geri plana atan ve Capitol’deki gösterişli yaşamlarla oluşan çarpık sistemin hatalarını göz ardı etmeye çalışan yapıya sahip bir ülke. Bu ülkede uzun yıllar boyunca devam eden ve “barış” olarak isimlendirilen dönemde “Açlık Oyunları” yarışması oldukça popüler hale geliyor. Her mıntıkadan kurayla seçilen biri kız biri erkek olmak üzere ikişer haraç, Capitol’ün direktifleriyle o yıl için hazırlanan son derece gerçekçi stüdyolarda yarışmak üzere bir araya toplanıyorlar; fakat bu yarışmanın kendisini diğerlerinden ayıran tek ve önemli bir kuralı var: rakipleri öldürerek hayatta kalmak! Capitol insanları yarışmayı büyük bir heyecan ve merakla takip ederken; mıntıka halkları çocuklarının hangi zorlu koşullar altında hayatta kalmaya çalıştıklarını izlemek zorunda kalıp derin bir kedere gömülüyor.
Bu kurulu düzen, o yıl yapılan kuralarda kardeşi yerine gönüllü olarak yarışmalara katılmak iteyen genç bir kızla yıkılmaya başlıyor: Katniss Everdeen! Yarışmadaki partneri Peeta Mellark ile Açlık Oyunları’na katılan Katniss, birlikte hareket etmeyi seçtiği müttefikleriyle kurduğu güçlü duygusal bağlar, adaletli ve eşitliklikçi tutumu ile üstün savaşçı yetenekleri sayesinde Capitol’ün özellikle Başkan Snow’un dikkatini çekmeyi başarıyor. İlk filmlerde güçlü bir kadın karakter olarak kurgulanan Katniss, ilerleyen süreçte Panem halkının sesi haline gelen Alaycı Kuş figürü olarak kökten bir değişimin fitilini ateşliyor.
Açlık Oyunları, kurgusal bir distopya olarak tanımlansa da insanlık tarihinde kesinlikle gerçekleşmeyecek olan hayal ürünü olgular yerine daha gerçekçi bir tutum benimsiyor. Başkan Snow ile başlayıp diğer karakterlerin evrilmesiyle devam eden güç sarhoşluğu, oldukça etkileyici bir şekilde ve farklı bakış açılarından işleniyor. Bir devrimin sembolü haline gelen ve belki de güç kavramının en yoğun şeklini tüm hücrelerinde hisseden Katniss’in adalet ve eşitlik uğruna yaptıkları ona karşı derin bir saygı duyulmasını sağlıyor. Katniss sadece bir sembol değil; korkunun yerini umuda bırakmasını sağlayan bir anahtar rolü üstleniyor.
Gençlik ve adalet ateşiyle yanan alevler arasındaki bir kızın önderliğinde küllerinden doğarak özgürlüğün rotasını takip eden bir halkın hikayesi Açlık Oyunları’nda hem düşündüren hem de zaman zaman duygusallaştıran bir harmoniyle gerçeklik kazanıyor. Bana göre Açlık Oyunları, distopya konseptleri içinde gerçekliği, fikirleri ve özgünlüğüyle sinema tarihinde önemli bir yere sahip.
Elif Gündemir & Zeynep Selçuk
Clockwork Orange
Klasikleşmiş bir roman ve ardından kült haline gelmiş bir film… Romanın yazarı Anthony Burgess ve filmin yönetmeni Stanley Kubrick… Zeki ve yaratıcı olmalarının yanında dünyada yaşananları ve yaşanabilecekleri iyi bir gözlemle tekrar dünyanın kendisine yansıtma cesaretine sahipler. Kitabın dili ve anlatımı betimlemelerin gücüyle akıllarda canlanıyor. Ürkütüyor, düşündürüyor. Ürkütürken düşündürüyor. Ey dostlar sorgulayın! Sistemi, sistemin yarattıklarını ve sistemin içindeki kendinizi sorgulayın. Sonunuzun makine olmasına engel olun, farkında olun. Sistematik bir baskının, en zeki insanları bile otomatik bir makineye dönüştürmesine tanıklık ederken sesinizi çıkarın. Eğer çıkarmazsanız Burgess’in anlatımındaki gibi şiddetin nasıl bir bağımlılık yaratabileceğini görebilirsiniz bir gün. İnsanların saf iyi veya saf kötü olmadığını düşünüyorsanız, kitabın karakteriyle aynı masaya oturma şansını veriyor yazar. İşte bu yüzden farklı ve sağlam bir distopya olan bu roman, bakışların tek bir açısı olmayacağını okuyuculara katıyor.
Söz konusu Kubrick ise bir filmin olağan nitelikte olması elbette beklenemez. Modern toplum yapısındaki suç ve ceza döngüsünü, detaycı ve mükemmeliyetçi yönetmen Kubrick her sahnede bir nedensellik iliskisi içerisinde vurguluyor. Bunu kimi zaman Beethoven’ın 9.Senfonisi eşliğinde şiddet nedir, insan doğası nedir diye sorarak yapıyor; kimi zamansa kostümlere iliştirdiği güçlü detaylarla. “Şiddet, şiddeti doğurur” ve “Tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? Kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli Tanrı’nın gözünde?” etrafında şekillenen sahneler ve bu sahnelerin güçlü metaforları her zaman için bir klasik olacaktır. Bu sebeple başyapıtı hem izlemenizi hem okumanızı öneriyoruz, hatta mümkünse birkaç kez izlemenizi ve okumanızı!
Anıl Tahmazoğlu & Sudenur Soysal
Fahrenheit 451
İnsan haklarına, özgürlüğe, eşitliğe dair söylenecek bir şeyler varsa belki de distopyalara bakmak en doğrusu olacaktır. Dünya, özgürlüğün ve güvenliğin, eşitliğin ve hakkaniyetin çatışmasıyla dönüp dururken distopyalarda kurgudan öte bazı fikirlerle karşılaşırız. Fahrenheit 451 gibi. Fahrenheit 451 distopik bir roman. Kitap okumanın yasaklandığı bir dünyada, gizlice kitap okuyan ve bu sayede farkındalık yaşayan bir itfaiyecinin yaşadıklarını anlatıyorAdının. İtfaiyeolduğuna bakmayın, bu dünyada itfaiye yangın söndürmüyor aksine bilgi dolu kitapları yakıyor. Kavramlar karmakarışık, insanlar sadece güdülecek bir sürüden ibaret. Televizyonların sesi en yüksek ayarda her şey ve herkes çok hızlı. Aslında her şey tıkırında gibi gözüküyor ama gerçekten öyle mi? İnsan bir kere özgürlüğe dair bir şeyler düşündüğünde ve hissettiğinde ilüzyonu kırması işten bile değil..Mesleği sayesinde baş karakterimiz de kitaplara ulaşma imkanı buluyor. Okudukça etrafının farkına varıyor, eşinin depresif durumunu daha net görebiliyor. Kitap okumayan ve medyanın diğer araçlarıyla beyni yıkanan bu insan kitaplarla hayata geri dönüyor.
Ray Bradbury’nin yazmış olduğu Fahrenheit 45 ile insan hakları arasında kitap okumanın önemine değinmek istedik. Kitap okumak sadece bir hobi değil bilgi alma kaynağıdır ve insana değer katar. Yazılan her cümleye ulaşabileceğimiz bu iletişim çağında kitaplara ulaşımımızın kısıtlanmaması gerekir ki insan aydınlığa erişsin Biz Fahrenheit 451’in dğnyasında yaşamıyor olabiliriz ama gerçeği abartarak anlatmak onu gerçek olmaktan çıkarmaz. Okuma özgürlüğüne biz hala sahibiz. Kimse kitapları yakmıyor şimdilik. Düşünebilme, düşünmeye zaman ayırabilme ve farklı olabilme özgürlüğünün değerini bilmek gerekiyor. Öyle ya da böyle distopyalar bizlere bir şeyler fısıldar, kendimize ilişkin bir şeyler, 2018’e ilişkin….” Eski demir yolunu takip et Montag. Seni ait olduğun yere, kitap insanların olduğu gerçekliğe, bir amaç uğruna var olmaya götürecek.”
Görseller
https://artplusmarketing.com/a-clockwork-orange-what-makes-a-human-a-human-3fc90c839199
www.geekyapar.com
https://www.filmfutter.com/box-office-welt-dezember-7-2015/