Tohumların toprakla buluştuğu ılıman bir havada yapraklar filizlenirken çiçekler de kendini göstermeye başlar. Sonbahara doğru meyveler olgunlaşır. Zıplayıp elini uzattığında ağaçtan bir elma koparıp ikiye bölüp diğerini de arkadaşınla paylaşırsan buna yarım elma denir. Ayın evreleri gözlemlenirse benzer bir durumla karşılaşılır. Yeni Ay’dan sonra ay hilal şeklini alır. Bir sonraki evrede artık ayın sadece yarısı dünyadan gözükecektir. İlk dördün ya da son dördün… Buna da yarım ay denir. Veyahut hey garson, benimki yarım porsiyon.
Yarım kadın! Yarım mıdır anne değilse? Çocukları yoksa yarım mıdır? Kadınlık ölçüyle mi belirlenir tıpkı elma veya porsiyon gibi? Kadının yarım olması görüntüsüyle mi belirlenir tıpkı ay için kullandığımız sıfat gibi?
“Ama erkek kadınını değiştirirse asla hain anlamına gelmez, kadının anne olması onun mutluluğu için yeterlidir.”
Dario Fo’nun Kadın Oyunları adlı kitabında Medea adlı biriyle karşılaştım. Mitolojik bir karakter olmasının yanı sıra, feminist düşünceye katkı sağlayan figürlerden biriydi. Erkek egemen topluma ve bu yönde oluşturulan yasalara çocukları aracılığıyla karşı çıkan, savaşan bir figürdür Medea.
“Yaşamak istiyorum ben! Ama ancak çocuklarımı etimi kanımı, canımı öldürürsem yaşayabilirim.”
Çocuklarını öldürmeye kalkışan bir anneyi kimse kabullenemez. Bu sözleri yadırgar hatta ona karşı büyük bir nefret besler. Nasıl olur da çocuklarını öldürmeye karar verir? Nasıl olur da bir kadın kendi yaşama sebebini görmezden gelip çocuklarını ölümle yüzleştirir? İlginçtir ki Medea’nın dünyasına girince önyargı ile kurulmuş veya etik açıdan doğru olanı reddedip aldığı bu ürkütücü kararını onun ağzından dinlemeye çalıştım. “ Çocuklarımı öldürmeliyim.” sözünü duyduktan sonra verebileceğim tepkiyi Medea tarafından onu suçlayanlara karşı verebileceğimi düşünmemiştim. Garip bir deneyimdi. Hâlbuki Medea’ya öfkelenmem gerekirdi çocuklarının canını almaya çalıştığı için.
Ta ki tiradının sonunda yeni bir kadının doğumu için öldüğünü söyleyene kadar. Elbette bu kararı almış olmak ona dayanılmaz bir acı veriyordu. Kendini kendi elleriyle gömme girişimiydi bu. Ama düzeni değiştirmek gerekliydi. Krala ve yasalarına, erkeğin düzenine dur demenin zamanı gelmişti. Ve bunu ancak kurgulanan düzende ona yüklenen rolü yani anne olmayı yok ederek ulaşabilirdi.
Canından olanları öldürmeye çalışan birine hak vermek hem Medea için hem de okuyucu için zorlayıcı bir süreç yaratıyor. Yıllardır süre gelen doğruları bir kenara bırakıp Medea’nın haklı olduğunu düşünmek çok da kolay bir şey değildi.
Toplumsal rollerin yükünü atıp birey olmanın bütünlüğüyle yeniden doğuşa hazırlanan bir kadını konu alan bir trajedinin günümüzdeki sorunlardan da çok uzak olmadığı gözlemlenebilir.
Kara bulutlardan Doğan Çilem’iz üstümüzde dolanıyordu. Ya şimşek çakacaktı ya da yağmur yağacak. Doğduğumuz andan itibaren yarımlaştırıldık. Anne olacaktık belki ama biz bireylerdik anne olmadan da varoluşunu tamamlayan bireyler. Düzene tepkiyi bir şekilde gösterecektik. Ya kurşunlar yağdıracak ya da yüzümüze çakılanlara kalkan olacaktık.
“Öldüyse hepsi benim suçum mu ?”