müzeyyen

“Bazı adamlar güzel sever”, dedi Kadın. “Bazı kadınlar çok sever”, dedi Adam. “İnce sever, nârince dokunur, dokunuşuyla eritir”, dedi Kadın. “Gözleriyle konuşur, sustukça acıtır, ağladıkça kavurur”, dedi Adam. “Ne yani ben aşktan anlamıyor muyum?” dedi Kadın. “Fakat Müzeyyen bu derin bir tutku”, dedi Adam. Ve böyle başladı hikâye.

Arif, ana karakterimiz, her yazar gibi o da acılarından hayat bulan bir adam. Acılarıyla nefes alan ve nefesini sigarasıyla veren bir adam. Güzel seven, güzel dokunan, ama âşık olamayan bir adam. Kadınlar hakkında cevabını veremediği türlü sorulara sahip bir karakter. Bir gün, aşkı anlamaya çok yakın olduğu zamanlardan birinde Müzeyyen ile tanışır. Bu tesadüfi karşılaşma aslında düşüncelerimize her beklenenin, beklenmeyen bir gelişi vardır görüşünü yerleştirmemize olanak tanıyabilir. Gördüğü, dokunduğu, kendini sevmeye zorladığı kadınlardan çok farklı bir kadındır Müzeyyen. Saçlarını kendi kesen, kendini anlatmaktan uzak ve gözlerini hiçbir zaman kaçırmayan bir kadındır. Filmde, ‘’Müzeyyen gibi kadınlar; kıskanılır. Müzeyyen, kıskanılır.‘’ notu var. Arif bu notu; hayatında bir kadını ilk defa kıskanmaya başladığını hissettiği anda söylemiştir. Biz kadınların kendimize klişe edindiğimiz bu ucuz ‘’ kıskançlık ‘’ kelimesi, aslında derin anlamları da barındırır bünyesinde. Kıskanmak, aşkın ilk adımıdır ‘’ der çoğu kadın. “Erkek asıl seviyorsa kıskanır” der yine ‘’çoğu’’ kadın. Ve erkek zamanla bu ‘’ kıskançlık’’ mottolarının kurbanı oluverir. Ama buradaki kıskançlık Müzeyyen’i paylaşamamak değil, Müzeyyen’in benimsediği yaşama düzenini kıskanmaktır. Çünkü kopuktur Müzeyyen. Her an bırakıp, gidebilecek bir rüzgârı vardır saçlarının. Müzeyyen derinden sevmez ve bu yüzden her an kopmaya hazır bir iple bağlıdır yeryüzüne, insanlara, sevdiği balonlara ya da aşık olduğu adama. Bu hem korkutur Arif’i , hem daha çok aşık eder.

Çünkü aslında her erkek bir tutam korkuyla sever kadınını, ve yine korkuyla bağlar onu kendine. Her an bırakıp gidebilecek kadar özgür olmayı sever ve sevdiği kadının her daim omuzlarında ağlamasına olanak tanıyacak kadar da yakın aralık bırakır. Bütünüyle bir çelişkidir erkek. Kendine ve çoğu zaman hayata karşı tutarsızdır. İbreyi diğer tarafa çevirdiğimizde ise aşıktır kadın, daima. Erkeğinin her an gidebileceğini bilerek sever. Bakmayın bu kadar kolay yazıldığına kelimelerin. Zordur kadın yüreği ama acıya da bir o kadar alışıktır.

ehGAqDq

Fakat her durumda, Müzeyyen yine farklıydı. Onun terk edilemez, terk eder bir duruşu vardı. Gururunun elini bırakmazdı Müzeyyen, nereye giderse sürüklerdi onu da kendiyle birlikte. Beyinlerimizde eskizlerini oluşturduğumuz ideal kadın çizimlerinin çok dışına çıkmıştı o. İçimizde büyüttüğümüz çoğu yargıyı, sabit kadın kimliğinden ayırmıştı. Kendiyle ne denli barışık, ne denli mutsuzdu, bunu ayırt etmek zor. Kendiyle olan bağı o kadar yoğundu ki çoğu zaman izleyiciyi unutan bir hâli de gözlerden kaçmıyor değildi. Belki de kararı izleyiciye bırakıyordur, bilmiyorum. Bu yüzden bizlerde bir süre sonra onu olduğu gibi kabul etmeyi seviyoruz. Müzeyyen sadece yolun başı, yolun sonunu izleyici kendi çiziyor. Nasıl bir kadın olmak istediğiniz konusunda sizi ikilemde bırakıyor. Kısacası film yolu siz seçin ve hayatı akışından fazla sürüklemeyin, diyor.

Leave a Reply