MARTHA: […] Bıktım usandım artık bu ruhu taşımaktan anne.. Günü gelse de kavuşsam o güneşin altında bütün soruların küle döndüğü topraklara. Buraya ait değilim ben.

 

Ne yapmak gerek peki? Yaşamak için. Nefes alabilmek için. Hakkım olan hayatım için. Yaşamın tasviri nerede? Ben ve benim aramdaki bu mesafe… Bir ağaç gövdesine dolanan sarmaşık gibi, sonradan görmelere övgüler yazarak mı öğrenmeliyim hayatı? Yoksa sağlam bir arka mı bulmalıyım? Bir bakanın yüzünü güldürmek için biraz şaklabanlık edip taklalar mı atmalıyım? Ya insaniyetim? Bütün acımasız ve duygusuzluğuma rağmen bana geri dönebilecek mi bir gün yeniden?

Söylenmek için geç kalınan kelimelerin izinde, nasıl söyleneceği bilinmeyen, bir türlü dile dökülememiş sözcüklerin yarattığı bir felaketin oyunu… Dünya klasikleri arasında çoktan yerini almış, varoluşçu bir anlatım, Aristocu bir yaklaşımla sahnelenen tiyatro eseri; koca bir yanlış anlaşılmanın, acının, çaresizliğin ve tabii absürd bir garipsemenin öyküsü..

Camus’a dair duyduğunuz şaşkınlığı az çok tahmin ediyor gibiyim. Kuşkusuz onu bir oyun yazarı olarak değil, felsefi metinlerinin, öykülerinin ve romanlarının kısaca hayli yüklü bir külliyatın ağırlığını taşıyan özel bir yazar olarak tanıdık. Evet, şu an bütün varlığını çeşitli yazma biçimleriyle sınamış bir isimle karşı karşıyayız.

Hemen hemen Yabancı ile aynı sorunları işleyen ‘Yanlışlık’ ; yanlış zamanda, yanlış yerde bir araya gelen insanların, ölümcül bir yanlış anlaşılmanın neticesinde uğradıkları felaketin, insanın kaderiyle mücadelesinin ve kaçınılmaz yenilgisinin öyküsüdür.

Aile mirası tenha bir oteli işletmekte olan anne ile kız, heyecanlarını tüketen, onları nefessiz bırakan, yalnızlığa mahkûm eden yaşamlarından kurtulmanın çaresini, başkalarının felaketi olmakta bulmuşken, artık arınmak istedikleri bu günahı son defa işlemeye hazırlandıkları sırada çıkagelen bir yabancının hayatlarına girmesiyle, hikaye farklı bir yola sapacaktır. Bir “yabancı” olarak annesi ve kız kardeşinin hayatlarına giren oğul, attığı her adımda sakladığı gerçekler ve paylaştığı hakikatlerle karakterlerin kaderlerine yön çizecektir.


Oyunun giriş kısımlarında Martha ile annenin birbiri ardına gerçekleşen cinayetleri işleme nedenleri; annenin kendisiyle ve kızıyla yaşadığı iç çatışmalarla izleyiciye aktarılmaktadır. Cinayetler; kendilerine göre haklı gerekçeleriyle açıklanmaktadır. Bu çatışmalarda amaca giden her yolun mübah olduğu hususu karşı tarafa geçirilmektedir.

Trajik yönü kuvvetli olarak yazılan bu tiyatro eserinde olay dizisi, Martha’nın düzene, hayata başkaldırması, kendi zevki için dünyadaki diğer insanların canlarına kıyılmasını meşru kılacak cesareti üzerine kuruludur. İyiyle kötünün iç içe girdiği bir dünyada yaşamanın anlamsız olduğunu, buna karşın yine de yaşanması gerektiğini savunarak eserinde değer yargılarını sorgulamaktadır. Görünenin aldatıcı olduğu kadar gerçeğin de acımasız olduğu görüşünün hâkim olduğu oyunda, konuşma cümleleri özlem yüklü olup, öldürme ve daha iyi bir yaşamla ilgilidir.


Oyun, bizlere sadece bir yanlışlığın sonuçlarını değil, aynı zamanda hayatın içinde görmezden gelinen bir çok olayın neden-sonuç ilişkisini de gözler önüne sermektedir. Camus bir keresinde, ”Bir insan söylediği şeylerden çok, söylemedikleriyle insandır. Söylemeyeceğim şeyler var.” demişti. Bu tiyatro eserinde kelimelerin; söylenemeyen, dile getirilemeyen arzuların; çaresizliklerimizin gizli kalmasına ve bu çekimserliğin yol açtığı sorunlara şahit olmaktayız. Sonuç olarak koca bir yaşam ile bir anlık ölümü; aynı sebeplerin aynı sonuçları kucaklaması; bizleri oyunda yer alan şu kuvvetli mesaja götürmektedir; “… İlki başlangıcı olmuyor bir şeyin ama bir şeylerin sonu oluyor.”

Aslına bakarsanız Camus, hayatı boyunca hiçbir zaman sistematik olarak felsefe yapmamıştır. Eserlerine yansıyan felsefi düşünce genel anlamda onun varlığı ve varolmayı sorgulaması ve bu bağlamda, hayatın anlamı ya da anlamsızlığı üzerinedir. Camus’ye göre dünya saçma bir düzen üzerinedir. İnsanlar da bu saçmanın bir parçasıdır. Saçmadan ise iki kaçış yolu vardır: intihar ya da umut/inanç.

Fransızcadaki orijinal adı ‘Le Malentendu‛ şeklinde olan bu eserde, sonuç olarak karakterlerin bilinçsizce kendilerini intihara sürüklediklerine şahit oluyoruz. Dünyanın ve onun üzerinde yaşamakla ölmenin aslında bir saçmalık olduğu dogmasını okuyucuya ya da izleyiciye dikte etmeye çalışan Albert Camus, bu çabasında oldukça başarılı olmuştur. Evet, insanın hayata gelmekteki asıl amacı ölmektir. Bu basitlik inancıyla iyi seyirler!

 

KAYNAKLAR:

https://www.neoldu.com/d/other/albertcamus
http://sanatkaravani.com/wp-content/uploads/2014/11/albert-camus
Sosyal Bilimler Dergisi  Cilt 5 – Sayı 10
http://sanatkaravani.com/soylenemeyen-kelimeler
https://www.tiyart.com/wp-content/uploads/2017/07/page.jpg
https://dusunbil.com/wp-content/uploads/2016/07/Albert-Camus

Leave a Reply