Bugün uzun süredir yapmadığım bir şeyi yapmaya karar verdim. Aslında şu anda içinde bulunduğum zorlu zamanın içerisinde, her şeyi, yani bütün duygularımı tam anlamıyla aktarabilmek ve yaşatabilmek ne kadar zor olsa da yine de şu anda arka planda saklayamayacağım kadar çok duygu yaşıyorum içimde. Bir zamanlar tekrardan evimde olmayı hayal bile edemezken, şimdi burada olmak ve eskiden yürüdüğüm yerlere tekrardan ayak basmak, yine aynı şeyleri yapmak; çok tarifsiz hissettiriyor. Eskiden buraya geldiğimde, burada yürürken yaşadığım bütün duyguları, şimdi en üst seviyede tekrar tekrar yaşıyor olsam da ve inkâr etmemeliyim ki biraz da canımı acıtıyor olsa da bazı şeyler, yine de insanın kendi geçmişini hatırlayabilmesi gerçekten çok güzel. Çünkü bazen insan, geçmişini hatırlayamadığında ya da geçmişini yaşatamadığında, bu hayattaki varlığının hiçbir anlam ifade etmediğinden emin oluyor. Yani, belki de her şeyin sınırını geçmiş yaşantımıza bağlamakla ölçemeyiz, bunu biliyorum, bunun farkındayım ama ne de olsa insanın büyüdüğü yerde olması ve hâlâ tüm istediklerini tamamen istediği şekilde yapabiliyor olması, belki başka bir insan olarak, hatta bambaşka bir insan olarak ama hâlâ yapabiliyor olması, hakikaten çok kıymetliymiş.

Dürüst olmalıyım ki, bunların hepsini, buradan gitmek zorunda kalmadan önce de biliyordum. Tabii ki de bu olgunluğa erişmiştim ve elbette bunların hepsinin farkındaydım ama insan bazen bir şeyleri kaybettikten sonra ve aslında artık ona sahip olamadığında daha iyi anlıyor, daha iyi farkına varıyor, değerini daha iyi idrak ediyor. Şimdi, o süre içerisindeyken ne kadar anlamlı şeyler yaşadığımı ve ne kadar çok kendim olabildiğimi daha iyi anlıyorum. Biliyorum, her şeyi buna kıyasla değerlendirmek belki de doğru değil. İnsan, hayatı boyunca her zaman bir yerlere veda etmek zorunda kalabilir, her zaman istediği yerde yaşayamayabilir, her zaman olmak istediği insanlarla birlikte olamayabilir ya da her zaman istediği insan olamayabilir. Bazen, kaybettiğimiz etrafımızdaki insanlar, yaşadığımız yer ya da bunlar dışında değer ve kıymet verdiğimiz ne varsa, olmayacak sadece. Zaman zaman kendimizi de kaybedeceğiz, kendi değer yargılarımızı, benliğimizi, hislerimizi, duygularımızı, düşüncelerimizi ve bizi biz yapan ne varsa. Elbette bunları kaybettiğimiz zamanlar da olacak, ki oluyor, ki oldu ama en önemlisi, her şey gerçekten daha geç değilken ve daha zaman varken ve daha zamanın elinden tutup bir şeyleri durdurabilecekken fark edebilmek.

Dediğim gibi, öncesinde de bazı şeylerin farkındaydım ne olduğunu ne olacağını çok iyi biliyordum. Buradayken ne kadar mutlu hissettiğimi, buradan gittiğimde neler yaşayacağımı çok iyi biliyordum ama yine de gittiğimde çok daha iyi anladım; zira içinde bulunmakla, sadece düşüncesinde kalmak aynı şey değilmiş. Bu, benim için hayatımın bir sınavıydı belki de ki ben bir daha buraya hiç geri dönemeyebilirdim de böyle bir imkanım hiç olmayabilirdi de ve böyle bir mucize yaşanmayabilirdi -evet, evet, ben buna mucize diyorum çünkü bu, bu, bir mucize, bunu başka bir şekilde adlandırabilmek tamamen imkansız. Dışarıya çıktığımda, camdan baktığımda gördüğüm yer, benim değildi. Benim olmak istediğim ya da benim gerçekten kendimi ben gibi hissedebildiğim yer değildi ve bu benim için düpedüz kayıp diyebileceğim bir süreçti. Yani, aslında o sürecin içerisindeyken ve evimden uzakta yaşıyorken; geçen bütün zamanın benim için tamamen bir yitim olduğuna inanmıştım. Belki haklıydım, belki de değildim. Eminim ki doğruluk payı vardı ama yoktu da biliyorum. Şimdi evine tekrar dönmüş ve evinde nefes alan bir insan olarak bunları daha dürüstçe söyleyebiliyorum ki, aslında belki de yaşanması gerekiyordu. Evet zordu, çok çetindi ve anlatılamayacak kadar, anlatmakla sonu gelmeyecek kadar fazlasını da tecrübe ettim. Her gün, her gün, bir yerden dönerken ya da dönme vakti yaklaşırken “ben, şimdi nereye gideceğim ki” sorusu yükseliyordu aklımda. Ve insan bunu düşünüyorsa, nasıl evim diyebilir ki bir yere diye içimden geçiriyordum. Çünkü biri, günün sonunda işten, okuldan ya da gittiği herhangi bir yerden eve dönerken, evim diyebileceği bir yer yoksa, insan günün sonunda nereye döner ki? Nereye gider? Eğer ayakları gitmek istediği yere gitmiyorsa; bindiği otobüsler, minibüsler onu inmek istediği yerde indirmiyorsa; etrafa baktığında görmek istediği taşları, duvarları, ağaçları göremiyorsa; her gün önünden geçtiği bir büfenin önünden geçemiyorsa mesela; bilmem, nasıl evinde hisseder ki bir insan? Hissedemez, hissedemezmiş. Buradan gitmeden önce bunları yaşayacağımı, bu sorulara yanıtlar bulmaya çalışacağımı biliyordum ama fazlası varmış, aklımın alamayacağı kadar çetrefilli yollar beni bekliyormuş meğer. Akşam eve dönerken böylesine zorlanacağımı, hatta bunu geçtim, camdan dışarıya bakmak ya da balkona çıkmak dahi istemeyeceğimi biliyordum ama perdelerimi bile açmak istemeyeceğimi çünkü gökyüzüne bile küseceğimi hesap edememişim. Tıpkı gökyüzü gibi, her baktığımda bana beni veren her şeyi de geride bırakmışım; her akşam yürüdüğüm ve kendimi bulduğum sokakları, her kaçmak istediğimde sığındığım gizli yerimi, saatlerce bıkmadan oturup yazılar yazdığım, kitaplar okuduğum, bazen sadece öylesine oturduğum bankımı geçmişin tenimi yakan tuzlu sularına bırakmışım. Etrafımdaki herkese bunu anlatmıştım, gitmek, yalnızca beni değil, beni ben yapan her şeyi yakıp kavuracak demiştim, söylerken ben bile bu kadar inanmamıştım ama çok doğru söylemişim, fazla öngörülü konuşmuşum çünkü yaşayınca, hepimiz sonuçların ne kadar ağır olduğunu gördük.

Şimdi evimdeyim evet, acım dindi, cayır cayır kavrulurken bir anda tatlı sulara bıraktım bedenimi ve bu dingin, saf, berrak suyun içerisinde, bütün yaralarım kabuk bile bağlamadan iyileşiyormuş gibi hissetsem de hâlâ hiçbir şeyin eskisi gibi hissettirmemesi beni şiddetli depremlerle sarsıyor. Bu nankörlük mü yoksa hakkım var mıdır böyle hissetmeye bilemiyorum ama saat durduğu yerden devam etmedi sanki, geri mi kalmış, fazla mı ilerlemiş ya da bıraktığım gibi mi emin değilim fakat bir zaman uyuşmazlığı olduğu kesin. Halbuki, uzak olduğum zamanlar, bana şimdi evimde olabileceğimi, tanıdık yerlere yeniden ayak basabileceğimi, aynı ağaçlara dokunabileceğimi, bankıma kavuşacağımı, söyleseler, adım kadar eminim ki inanmazdım. Dünya tersine dönse, sular tersine aksa, dağ dağa kavuşsa; mümkün değil, olmaz derdim. Yani, mucize diye adlandırılabilecek bir durumdan ötesini düşünemezdim fakat oldu. Öyleyse, ben şu an bir mucizeyi yaşıyorum ve belki de altında ezildiğim ağırlık da tam olarak bu çünkü ben bu mucizeyi gitmeden evvel beklemiştim ve şimdi geç geldiği için bile kırılacak kadar hassas ve duygusal yaklaşıyor olabilir miyim? Arada geçen o zamanı yitirdim, evimde olmaktan çok uzak bir yerde hayata savaş açtım ama itiraf etmeliyim ki, yine de nereden bakarsak bakalım, büyüklüğü kelimelerle ölçülemeyecek bir tecrübe kazandım. O yüzden, kırgın olduğum eski dostuma sarılır gibi sarılacağım bu mucizeye. Duygusallığımı bir kenara bırakabilmek konusunda söz veremeyeceğim çünkü kafam ve hislerim çok dağınık, öyle ki, cümlelerimin nerede başlayıp nereye geldiğini bile tartamıyorum. Fakat, yine de hayata bir teşekkür etmek gereklidir belki de. Geç olsa da beni bu erteleyişle sınasa da nihayetinde, elinin tersiyle bir kenara itmedi; ağlattı ama gözyaşlarımı sildi de tökezletti ama düşürmedi de. Bu geçen sürede belki biraz acımasızlaştım ama hayır, bunları göremeyecek kadar nankörleşmedim ve şimdi geç gelen bu mucizeyi kabul edip sarılmayı kendime yasaklayamam. Gururun ve kibirin, hele ki şimdi, hiç zamanı değil.

Biliyorum, şimdi parmaklarım bile yazdıklarımdan kaçıyor, cümleler birbirine karışıyor, gerçeklik algısı kendini bilinmezliğin kollarına bırakacak kadar savunmasız ama ben bulunduğum bu yerde ve bu zamanda çok iyiyim. Kemanın re telinden kopup gelen duygusal serüven geride kaldı. Bir gün yine bugünleri aynı olgunlukla hatırlayabilirsem, mucizeye henüz sarıldığım bu ânın serinliğini sanırım tekrar hissedebilirim.  

Artık geçmişin ağlarına tutunup geleceğe sırt çeviren tavrıma bir nebze de olsa son verdim. Şimdi yolda öğreneceklerim var, kaybederek kazanacaklarım, düşeceğim yerler, kalkacağım yokuşlar var; eğer geçmişte kalıp önümdeki yolculuğu reddedersem ya da geleceğe körü körüne bağlanıp oradan o günlere dair bir ipucu alırsam, o zaman geçtiğim yolların hiçbir önemi kalmayacak. Ayağımın takılacağı yerleri ve tekrardan kendimden emin yürüyeceğim aydınlıkları henüz bilmiyorum ama böylesi daha iyi çünkü şu anki ben de geçmişteki bir yerden, şu an bulunduğu yere tam olarak böyle gelmişti. Tam da bu sebeple, geçmişimde evimden ayrılmanın yangınıyla kül olduktan sonra yeniden dönmenin serin sularına kavuşmuşken buna mucize diyebiliyorum. Belki de orada aklımın kalmasına gerek yok, geçmişim, benim çoktan arkamda bıraktığım sularda hâlâ aynı yöne akmaya devam ediyor, müdahale edemeyecek ve yolunu değiştiremeyeceğim. İnsan elbette hep iyi bir geleceğin hayalini kuruyor ama geçmişini iyi hatırlayabilmenin önemini de bir o kadar es geçiyor. Ben, ne olursa olsun çok iyi hatırlamak istiyorum. Şimdi her zaman kaçtığım ve saklandığım o gizli yerdeyim, o bankta oturuyor, hemen karşısındaki sokak lambasıyla aydınlanıyorum. Ve olduğum gibi, olduğum kendime, olduğum kişiye, yani varmak istediğim o yere, durmadan ilerlemeye devam ediyorum.

Dönmek, mümkün mü artık dönmek, onca yollardan sonra yeniden yollara düşmek?

Leave a Reply