‘’ … Sisyphos’u gördüm, korkunç işkenceler çekerken: yakalamış iki avucuyla kocaman bir kayayı ve de bacaklarıyla dayanmıştı kayaya, durmadan itiyordu onu bir tepeye doğru, işte kaya tepeye vardı varacak, işte tamam, ama tepeye varmasına bir parmak kala, bir güç itiyordu onu tepeden gerisin geri, aşağıya kadar yuvarlanıyordu, o da yeniden itiyordu kayayı, kan ter içinde ....’’ Homeros

Hayat bir şey değildir, itina ile yaşayınız. demiş Albert Camus, bizleri ‘başkaldırı’ kelimesinin gerçek anlamıyla tanıştıran bu muhteşem, absürdist insan. Ve soluksuz devamında: “Yaşamın anlamı ancak ve ancak dünyanın saçmalığına ve yenilginin daima tekrarlanacağına olan inancımızı ayakta tutarak anlaşılabilir“, demiştir. Ona göre, insanlığa kendi boyutlarını görmelerini sağlayan -gerçek- ancak bu başkaldırı ile kazandırılabilirdi.

Konusu Albert Camus’u içeren her yazının mutlak kaderi gibi yazımı bir felsefe ve düşünce kargaşası haline dönüştürmeden önce, sizleri Camus’un yarattığı absürd karakterlerden bir tanesiyle tanıştırmak isterim: Sisyphos ya da daha Türkçe bir tabirle: “Sisifos”.

Camus’un deneme türündeki bu eserini yayımlaması, yaklaşık olarak 2. Dünya Savaşı’nın ortalarına denk gelir. Kitabın içeriğine odaklanmadan evvel diğer felsefe kitaplarına oranla okumasının bir tık daha zor fakat insan hayatına yön verme konusunda hiç de aşağıda kalır bir yanı olmadığını belirtmeden geçemeyeceğim.

 

Kitabı genel hatlarıyla yorumlamak gerekirse, Albert Camus’un bizden cevaplamamızı beklediği ya da kendisinin dahi aradığı bir sorunun etkisiyle bu kitabı kaleme aldığı söylenebilir. Ona göre gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır: İntihar. Çünkü yaşamın yaşanmaya değip değmediği konusunda bir yargıya varmak, bir bakıma felsefenin temel sorununa, ‘varoluşsal anlam’ arayışına yön vermektedir. Camus’un Sisifos Söylenin’de, yaşamın anlamsızlığı, varoluşumuzun saçmalığı gibi bizi doğal yollarla intihara yönelten temaları, tarihin ve edebiyatın belirli bazı kişilikleri üzerinden ele aldığını görüyoruz. Yazımın devamında biraz Sisifos’un hikayesine ve biraz da Camus’un bu hikayeden çıkardığı anlamlara odaklanarak devam etmek istiyorum.

Tanrılar Sisyphus’u, bir kayayı durmadan bir dağın tepesine kadar yuvarlayarak çıkarmaya mahkum etmişlerdi. Sisypus kayayı tepeye kadar getirecek, kaya tepeye gelince kendi ağırlıyla yeniden aşağı düşecek ve bu kısır döngü sürekli devam edecekti. Tanrılar, trajik sonunu bir türlü göremediğimiz bu çaresiz adam için yararsız, umutsuz ve yorucu çabadan daha korkunç bir ceza olmadığını düşünmüşlerdi. Camus, çoğumuzun zihinlerindeki ‘saçma’ kavramını boşu boşuna direnen çıplak bir insan bedeni üzerine oturtmuş fakat devamında metne kattığı bakış açılarıyla bizleri, görünenin çok dışında bir Sisifos’la tanıştırmıştı: Kendi kaderiyle yüzleşmeyi ve uyanarak kendi kurtuluşunu yaratmayı başarmış bir kahramanla.

Buraya nokta koyup konuyu, kitapta yer alan Camus’un çok sevdiğim alıntılarından biriyle birleştirmek istiyorum:

 … Düşünmeye başlamak, için için yenmeye başlamaktır. Bu başlangıçlarda toplumun fazla bir etkisi yoktur. Kurt insanın yüreğindedir. Yürekte aramak gerekir onu. Yaşam karşısında uyanıklıktan ışık dışına kaçışa götüren bu ölümcül oyunu izlemek ve anlamak gerekir.

Yani aslına bakarsanız, yaşam dediğimiz anlık yarışın içinde bir yandan her türlü acı ve günlük ritüellerimizin içinde kapana kıstırılmış bir ruh halindeyken ve hayatın sahtekar ve aldatıcı olduğu bilinciyle durmadan savaş veriyorken, bir yandan da cüssenizin on katı bir kayayı dağın zirvesine çıkarmaya, yaşadığınız saçmalığa bir anlam kazandırmaya çabalıyorsunuz. Oysa ki Albert Camus, “tepelere doğru tek başına didinmek bile bir insan yüreğini doldurmaya yeter. Sisyphos’u mutlu olarak tasarlamak gerekir“, demişti.


Yani aslına bakarsanız Camus, insanın tüm baskılara, tüm anlamsızlıklara rağmen yaşamı yenmek zorunda olduğunu, anlatmaya çalışmıştı. Kaya, kişinin hayatı boyunca sırtında taşıdığı yüktür ve bilinçli ( hayatın anlamsızlığını kavramış insan) bu yükü elinde sonunda bulur. Sisifos da bilinçliydi ve farklı bir duruş sergilemişti. Kaderi ana hatlarıyla, kelimesi kelimesine çizilmiş olsa bile iradesini kullanarak kendi çıkış yolunu bulmuştu. Genel kitle için hayatın anlamsızlığı ve monotonluğu üzerine kurulan bir tema tasviri iken, hikayenin derinlerine inenler için Sisifos, kendine özgü bu zorlu yolcuğu bir hayat amacı olarak belirlemiş ve onuru ile yaşama, tek başına göğüs germeyi tercih etmiştir.

Kapanışı klasik bir Camus alıntısıyla noktalamadan önce, yazımın girişinde bütün bu kavramların ortaya çıkış amacının aslında yanıtlanması gereken tek bir felsefe sorunundan ibaret olduğunu söylemiştim. Camus girişte, bizlere bu soruyu sormuş ve ardından kendi yapıtını kaleme almıştı. Düşünceli yazarımız kitabın ortaların da okuyucuyu çok yormadan, bu konuda Sisifos davasını haklı çıkarır birkaç cümle kaleme almış:

(…) İntiharın başkaldırıdan sonra geldiği sanılabilir. Ama yanlış olarak. Çünkü intihar başkaldırının mantıksal sonucu değildir. İçerdiği razı oluş dolayısıyla, onun tam tersidir. İntihar, sıçrama gibi, en son noktasına götürülmüş kabullenmedir.

Ya da kim bilir, belki bir de Aldous Huxley’’e kulak vermek gerekir:

Belki de bu dünya başka bir dünyanın cehennemidir.

Yine de her iki durum, yaşayıp deneyimlemek ve sanıyorum sonra da usulca çekip gitmeyi gerektirir. Sağlıcakla…

 

FOTOĞRAFLAR:

  • http://psikolojiagi.com/wp-content/uploads/2017/06/sisifos-1-e1497209238920-1024×410.png     – http://2.bp.blogspot.com/-ONiDwO6Qpjc/Tp3emUCkMPI/AAAAAAAAAL8/IZM8Y_zCSE4/s1600/titien-sisyphe.jpg
    http://www.critical-theory.com
    https://scontent.cdninstagram.com
  • https://etilen.net/wp-content/uploads/2015/12/10479182_8zhhF.jpeg
  • https://img-s2.onedio.com

Leave a Reply

1 comment

  1. Yakup Atila

    Eşsiz bir kitap Sisifos Söyleni, en azından benim gözümde öyle ve güzel bir sentez olmuş. Hazırlayanın ellerine sağlık. Yazgılarımızın üzerinde bir yaşam diliyorum.