Bir adım atmak… Sadece ufacık bir adım… Aslında en zor ânıdır yaşamanın. Ömrümüz boyunca bizi şaha kaldıracak mucizeler bekleriz. Bekleriz… Bekleriz… Mucizeler bekletmeyi severler. Beklentilerimiz koltuklarını alışkanlıklara devreder. Alışırız… Alışırız… Alışkanlıkları beklemenin süslü bir imparatorluğu vardır. Kendilerini altın kâsede sunmayı severler ve bir süre sonra aslında tüm bu olanların gerçek hayatımız olduğuna inanmak zorunda kalırız.
Alışkın olmadığınız bir sabah veyahut alışkın olmadığınız bir Ankara ayazı size hayatınızın en kötü dakikalarını yaşatır. Siz alıştıklarınızı beklemeye başlarsınız ve mucizenizin mumu söner. Oysa bir bilseniz Ankara ayazı nasıl güzeldir. Hayatta mucizeleri sıradanlaştırmanın iki yolu vardır sevgili okurlar: Bunlardan ilki, onlara gerçekleri gösterirsiniz ve olağan bir akış sırasıyla kendi yollarını bulurlar. Bir diğeri ise kendinizi beklemeye alıştırırsınız ve böylece yaşamınızın hakiki anlamı ortadan kalkar. Geçenlerde yetmiş sekiz yaşındaki dedeme mucizenin kelime anlamını sorduğumda; “Yarın ben yine burada oturağım, elimde yine bu kumanda olacak, yine aynı kazağı giyip en sevdiğim programın başlamasını bekleyeceğim, ananen hemen yan koltuğumda elmanın kabuklarını soyuyor olacak ve ben uyumak için bir an önce saatin on iki olmasını bekleyeceğim. Kısacası evlat, eğer hayatım yarınımı bugün olduğu gibi yaşamama izin verirse bu benim için bir mucizedir,” demişti. Bu yetmiş sekizlik delikanlı adına buradan ilerisine gidemeyeceğim fakat, mesajı hepimiz için oldukça net.
Bugün yaklaşık seksen beş milyon spermden sadece birinin galip gelmesiyle bahşedilmiş bir hayatınız var. Bugün dünyada var olan yedi milyar iki yüz seksen dört milyon altmış sekiz bin şanslı insandan birisiniz. Güzel bir eşiniz, mutlu bir yuvanız, size sadakatle bağlı çocuklarınız ve sizi çok seven dostlarınız var. Hayatınızı alışkanlıklarınızla paralel bir şekilde düzenlediğiniz bir yaşama biçimine sahipsiniz. Üç günde bir çiçeklere su veriyor, haftada bir temizlik yapıyor ve pazar geceleri sevdiğiniz dizinin yeni bölümünün başlamasını bekliyorsunuz. Peki, ya asıl soru? Bütün bu alışılmış, tekdüzelikle özleşmiş ve heyecanını kaybetmiş hayatınızın anlatacak bir hikâyesi var mı?Hayatınızın sadece bastığınız üç metre karelik alandan ibaret olduğunu söylemeyeceksiniz değil mi?
Tabucchi kendi kişisel haritasını oluştururken, “Zaman geçer ve her şeyi yiyip yutar, belki geriye yalnızca düşüncesi kalır,” demiş. Ve eklemiş “Bir yer hiçbir zaman yalnız ‘orası’ değildir: Orası biraz da biziz. Nasıl olduğunu bilmeden onu hep içimizde taşıdık ve günün birinde, bir rastlantı sonucu, oraya vardık. O gün doğru mu yoksa yanlış bir gün müydü, bilemem. Bu, o yeri nasıl okuduğumuza, gözlerimizle nasıl gördüğümüze, ruhumuzla nasıl içselleştirdiğimize, mutlu ya da üzgün, genç ya da yaşlı, sağlıklı ya da karın ağrısı çeker halde olmamıza bağlıdır. Bu oraya vardığımız anda kim olduğumuza da bağlıdır.”
Varoluşumuzun temel duyusu yaşamaktır sayın okurlar. Bazı cesurlarımız bu duyguyu ülke sınırlarının ötesine taşır, ürkek kalanlarımız ise derin bir hava boşluğuyla doldurur içini. Bugün yaşadığı üç metre karelik alanın dışına çıkamayan birçok korkak arkadaşım için vicdanlarını tahmin etmek güç.
Çünkü yaşamak, insanın kendine aldığı yoldur Sayın Okurlar. Yola çıkmadan kendinizi bulmanız neredeyse imkânsızdır. Attığınız her bir adımla büyür, evrilir ve bir benlik kazanırsınız. Ömrünü dördüncü metre kareye taşıyamadan tamamlamış olan insanların hayat karşısında aldıkları en büyük mağlubiyet budur. Onlar mucizeyi gerçekleştirmek yerine, rahat koltuklarına kurulmuş ve mucizenin gerçekleşmesini beklemişlerdir. Fakat şu unutulmamalıdır ki asıl mucize kendinizle karşılaştığınız vakit gerçekleşir. Yol, insana kendi devrimini gerçekleştirme fırsatı yaratır. Attığınız en ufak bir adım dahi sizi daha sağlam, daha güçlü ve daha olgun bir bireye dönüştürür. Antonio Tabucchi, Yolculuklar ve Öteki Yolculuklar kitabında bir yandan yaşamı boyunca ayak bastığı farklı coğrafyaları bizlerle paylaşırken, diğer yandan da oldukça teşvik edici bir tınlamayla şu sözleri fısıldıyor kulaklarımıza;”Ruhlarımızın temas ettiği mekânlarla olan ilişkilerinize yeniden bakın. Orada aradıklarınızın fazlası yatıyor.”
Tabucci kitabını oluştururken bir yandan es geçilebilen sokakları, meydanları, müzelerı, lokantaları işlemiş diğer yandansa o coğrafyaların, kendisine duyumsattırdıklarını, düşündürdüklerini ve oralarda filizlenmiş sanatı, edebiyatı, kültürü ve tüm bunlara ilişkin sorgulamalarını ele almıştır.
Kısacası Sevgili Okurlar, hayat; yetmiş sekiz yaşındaki bir delikanlının artık yarınından bir beklentisi olmaması kadar acı ve mucizelerin yürüme bilmemesi kadar gerçektir. Sınırlarınızı esnetmeyi deneyin. Umutlarınız, arzularınız, tutkunu olduğunuz her şey izin verin taşsın bedeninizden, bırakın kokunuz, ayak izleriniz uçup gitmiş olsun hiç bilmediğiniz memleketlerin hiç bilmediğiniz sokak aralarına. Oralardan geçmiş olun. Yaşamak zaten bir mucizedir. Mucizenizi sonuna kadar yaşayın. Sağlıcakla kalın.