“Seni, anlatabilmek seni.
İyi çocuklara, kahramanlara.”
-Ahmed Arif’in 90. doğum günü anısına.
Ahmed Arif’i anlatabilmek… Cemal Süreya’nın deyimiyle, kendi şiirine en uygun yapıyı ve mısra düzenini bulmuş bir şairdir, Ahmed Arif. Öyle ki, konuşmasıyla şiiri arasında bu kadar bir özdeşlik bulunan bir şaire ilk defa rastlamaktadır. Bu sebeple yaşsız bir şiirdir Ahmed Arif’in şiiri. Günün değil, çağın değil, çağların aktüalitesiyle doludur. Cemal Süreya haklı olacak ki, yalnızca tek şiir kitabı olmasına rağmen bu kitap günümüze kadar yetmiş civarında baskı yapmıştır. Ona göre devrimci bir şair yaşadığını yazar. Yalnız kendi ömrünü yaşamamıştır Ahmed Arif, yaşama kavgası ve sevdasıyla bir yanı geçmiş yüzyılların karanlığına, bir yanı geleceğin aydın sonsuzluğuna uzanan halkın ta kendisi olmuştur.
Onu bu noktaya taşıyan etmenlere bakmak adına hayatına göz atmak faydalı olacaktır. Asıl adı Ahmet Önal olan Ahmed Arif, 21 Nisan 1927’de Diyarbakır’da doğar. Annesi Sare Hanım’ı çok küçük yaşta kaybeder. Ortaokulu Urfa’da bitirir, şiire olan ilgisi de bu yıllarda başlar. O zamanlar en sevdiği şair Faruk Nafiz’dir. Daha sonra liseyi yatılı olarak okumak üzere Afyon’a gönderilir. Çok sonraları Refik Durbaş’a anlattığı üzere, lisede roman okumaya yoğunlaşır; Tolstoy, Flaubert ve özellikle Emile Zola en çok okuduğu yazarlar arasında yer almaktadır. Sevdiği şairlere de yenileri eklenmiştir: Ahmet Hamdi, Behçet Necatigil, Ahmet Muhip, Nazım Hikmet. Liseden sonra yaptığı askerlik vazifesinin ardından Ankara Üniversitesi Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe Bölümüne kaydolur fakat fakülteyi bitirmek nasip olmaz. Ceza yasasının 141 ve 142’nci maddelerine aykırı hareketten tutuklanır ve hapiste geçirdiği dört yılın ardından 1955’te serbest kalır. Cezaevinde büyük bir zulme ve haksızlığa maruz kalır. Öyle ki 1956 yılında Leyla Erbil’e yazdığı bir mektupta “Türk siyasi tarihinin işkence rekorunu kıracak kadar zulüm gördüğünü” ifade eder.
İlk ve tek şiir kitabı olan Hasretinden Prangalar Eskittim, ilk baskısını 1968 Kasımında yapar. Kitabın adının hikâyesi de bir hayli ilginçtir. Başlangıçta “eskittim” değil, “çürüttüm” olarak düşünür. Fakat daha sonra bu sözcüğü sevemez, kulağını tırmaladığına karar verir. “Her şairin bir de yüreğinde kulağı vardır” ve bu sözcük o kulağına hiç hoş gelmemiştir. Müzik ve anlam açısından güçsüz olduğuna karar vererek yerine “eskittim” kelimesini seçer.
“Ben ki 29 yaşındayım. Ama binlerce yıldır seni arıyor, hasretini çekiyorum.”
Kelimeleri özenle seçmesinden de anlaşıldığı gibi, şiirde güzellik duygusuna öncelik veren Ahmed Arif özgün bir şairdir. İlk şiirlerini yazdığı sıralarda Türk edebiyatına garip akımı hâkimdir. Ortaya çıkan yeni şairler; Orhan Veli’ye, Melih Cevdet’e ve Oktay Rifat’a öykünmektedir. Fakat tüm bunları umursamayan Ahmed Arif kendi çizgisini oluşturmayı başarır. Cemal Süreya, Ahmed Arif’in üslubunu Nazım’a benzetmektedir. Ne var ki iki şairin ayrıldığı noktalar vardır. Süreya’ya göre, Nazım Hikmet, şehirlerin şairidir, uygardır. Ahmed Arif ise “dağları söyler, uyrukluk tanımayan asi dağları. Uzun ve tek bir ağıt gibidir onun şiiri. (…) Karşı koymaktan çok, boyun eğmeyen bir doğa içinde.”
1991’de hayatını kaybeden Ahmed Arif’ten geriye kalan, ne yazık ki, yazılı pek bir şey yoktur. Bu kaynaklardan biri de Ahmed Arif’in Leyla Erbil’e yazdığı mektupların derlemesi olan Leylim Leylim’dir. Mektuplar âşık bir Ahmed Arif tarafından yazılmıştır; hatta bu sebeple Leyla Erbil, büyük şairin aşkıyla gündeme gelmek istediği düşünülmesin diye mektupların hayattayken yayımlanmasını istememiştir. Fakat Ahmed Arif’in aşkına karşılık bulamadığı mektuplardan anlaşılmaktadır. Leyla Erbil aralarına bir dostluk sınırı çizmiştir ve Ahmed Arif’e de bu sınırı kabullenmek düşmüştür.
“Terketmedi sevdan beni,
Aç kaldım, susuz kaldım,
Hayın, karanlıktı gece,
Can garip, can suskun,
Can paramparça…
Ve ellerim kelepçede.”
Ne var ki Leylim Leylim’i yalnız aşk mektuplarından ibaret görmek büyük bir hatadır. Mektuplar yalnız Ahmed Arif’in aşkını değil, aynı zamanda aydın kimliğini de gün yüzüne çıkarmaktadır. Yaptığı tespitler oldukça çarpıcıdır. Örneğin 1954 yılında yazdığı bir mektupta, yalnız hamalların ve bilginlerin dedikodu yapmadığını söyler. Çünkü dedikodu yapan tiplerin vasıflarından biri “bir boşluk, ne yapacağını bilmemezlik, eğlence ya da bir iş uydurma gayretidir.” Ancak bu kişilerin işleri ve vakitleri buna müsaade etmez. Aynı mektupta günümüzün aydınlarının da hastalığına değinir: “…bazıları öyledir, okumazlar, ciddi düşünemezler. Gene de aydın olmaktan vazgeçemezler. Hatta aydın kişi oldukları için kendilerinde mutlu bir baht, gizli de olsa bir müstesnalık bulurlar. Bu bir toplum derdidir.”
Ahmed Arif’i anlatabilmek oldukça zor. Acılarla, sevdalarla, kavgalarla, sevdalarla bezeli bir hayat iki satıra elbette sığmaz. Ancak tüm bunlardan bir demet de olsa sunabilmek, büyük bir onur. İyi ki doğdun Ahmed Arif, iyi ki yüreğinden taşan şiirleri kalem aldın. İyi ki doğdun Anadolu’nun “asi” çocuğu!
“Seni anlatabilsem seni…
Yokluğun, Cehennemin öbür adıdır
Üşüyorum, kapama gözlerini…”
Kaynakça:
Ahmed Arif, Hasretinden Prangalar Eskittim (İstanbul: Metis Yayınları, 2016).
Refik Durbaş, Ahmed Arif Anlatıyor: Kalbim Dinamit Kuyusu (İstanbul: Cem Yayınevi, 1990)
Ruken Kızıler, Leylim Leylim (İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2016).
Görseller:
https://i.cnnturk.com/ps/cnnturk/75/1280×720/556d4cd749678321589a7108
http://kocaeligercek.net/wp-content/uploads/2016/04/halkin.sairi_.ahmed-arifn.heykeltras.oglu_.siiri_.eylemselestiriyor.1.jpg
vhttp://haber.sol.org.tr/sites/default/files/images/2016/04/29/ahmed-arif.jpg