Nazım Hikmet’in 115. doğum günü. Bundan tam 115 yıl önce bugün (15 Ocak 1902) doğmuş Mavi Gözlü Dev. Kimdir Nazım Hikmet? Formal ifadelerle; Türk şair, oyun yazarı ve romancı. Ama bu kadar değil. Yahya Kemal’in öğrencisi; barış ve sevgi için mücadele veren, hayatı cezaevlerinde ve sürgünlerde geçmiş Piraye’nin eşi, Vera’nın aşkı… Kendisi de aşka âşık olmuş bir büyük şair, Nazım Hikmet. Ama onu en güzel sözcüklerle tanımlayan yine kendisi:
Ben bir insan,
ben bir Türk şairi Nazım Hikmet
ben tepeden tırnağa insan
tepeden tırnağa kavga, hasret ve ümitten ibaret…
Her şeyden önce, Nazım barış için mücadele etmiştir fakat umutsuz bir kavgadır onunki. İnsanların öncelikleri arasında barış yoktur. İnsanlık hiçbir zaman barışa yeterince şans vermemiştir. Öyle demektedir John Lennon: “Hiç kimse barışa tam olarak bir şans vermedi. Gandhi denedi, Martin Luther King denedi ama ikisi de vuruldu. Eğer herkes yeni bir televizyon seti yerine barış isteseydi, o zaman barış olurdu.” Nazım da anlaşılmadı, anlaşılamadı. On iki yılı aşkın bir süre cezaevlerinde yattı, on bir ayrı davadan yargılandı ve 1951’de de Türk vatandaşlığından çıkarıldı. Tüm bunların ardından, on üç yıl vatanına hasret yaşadı. Belki de Türk edebiyatının en naif ve anlam yüklü dizeleri bu sayede ortaya çıktı:
Memleket mi, yıldızlar mı,
Gençliğim mi daha uzak?
Oysa son derece yalın bir isteği vardı: “Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür/ve bir orman gibi kardeşçesine.” Özgürlük ve barış istedi Nazım ancak bunu da özgürlüğüyle ödedi. Ne kadar düşündürücüdür, özgürlüğün gerçekten de bir bedeli var mıdır sorusu. Zaman kıskacında tükenen nefeslerimiz bizi adım adım mahkûmiyete mi yaklaştırmaktadır? Evet, özgürlüğün bir bedeli vardı(r) ve Nazım bu bedeli gözünü kırpmadan ödemişti. Dünya hiçbir şey için eğilmeyecek kadar kısa ve değersizdi.
Bunlara rağmen dolu dolu yaşadı Nazım. Geldi, gördü ve sevdi. Parmaklıklar, duvarlar, denizler, kilometreler girdi araya fakat bunlar önemsizdi onun gözünde. Çünkü Nazım aşka âşıktı. Aşkla dünya daha güzeldi, şehirler daha güzeldi, insan daha güzeldi. Nitekim 1959’da Stokholm’de Vera’ya yazdığı bir notta bunlara değinmekteydi: “Lanet olsun ne muazzam şey seni sevmek! …seni sevmeden önce dünyayı sevmesini bile bilmiyormuşum. Bu şehir güzelse senin yüzünden…”
Sevmek
Sevdiğin kişiyle birlikte olmak değildir
Unutma
Çünkü aşk
Onunla yaşamak değil
Onu yaşamaktır aslında
Nazım’ın hayatı hakkında çok da fazla şey bilmiyoruz. Şairlerin biyografilerini okuyoruz ama aslında yaşamları hakkında bilgi sahibi olamıyoruz. Sahi bir insanı kitaplardan ne kadar iyi tanıyabiliriz ki? İnsanlar kitaplarda doğarlar, büyürler, okula giderler, mezun olurlar, âşık olurlar, şiir yazarlar ve sonunda kitaplarda ölürler. Behçet Necatigil ne de güzel ifade etmiştir: “Adı, soyadı/Açılır parantez/Doğduğu yıl, çizgi, öldüğü yıl, bitti/Kapanır, parantez.” Bundan ibarettir kitaplarda yaşamak. Oysa kitaplar yabancı bir yerde uyanınca boğazda düğümlenen o hıçkırıktan hiç bahsetmezler. Ya da esen rüzgâra kapılıp gitme arzusundan… Yıldızları seyredip onlara uzanma isteğinden… Yoktur bunlar kitaplarda. İki parantez arasına hapsedilir yaşam ne kadar dolu olursa olsun.
Nazım sabahları koğuşta uyandığında neler hissediyordu? Piraye onu ziyarete geldiğinde anlatamadığı neler vardı? Vera’yı görünce kalbi nasıl atıyordu? Bunlar hakkında tam fikir sahibi olamıyoruz, olamayacağız. Ama bugünlerde Nazım’ın ruhuna ihtiyacımız var. Günleri kaybedip Nazım’ı bulmak isteyenler için Gülhane’nin köşesinde bir küçük müze var: Ahmet Hamdi Tanpınar Edebiyat Müze Kütüphanesi. Parkın girişinde gözlerden uzak bu narin köşkte bir hazine yatıyor. Tanpınar’ın pasaportlarından, Çetin Altan’ın gözlüğüne; basılan ilk dergilerden, şairlerin el yazısı şiirlerine, yazarların kullandığı daktilolara kadar pek çok şeye ev sahipliği yapıyor. İşte burada Nazım’ın gönderdiği mektuplar, onun resimleri, Avrupa’da yayımlanan şiirleri de mevcut. Onun hissiyatını bir nebze olsun anlamak, büyük bir serüven yaşamak isteyenler için bire bir. Serüven, ille de olağanüstü olması gerekmeyen, ama olağanın dışına çıkan olaylar değil midir? Öyle ki, cüzdanını kaybetmek, yanlış trene binmek, yanlışlıkla tutuklanıp geceyi içerde geçirmek birer serüvendir; Sartre’a göre. Siz de kendinize bir iyilik yapın ve bu serüvenden mahrum kalmayın.
Bu dünyadan bir Nazım geçti.
“Herkese selam, sana hasret.”
Nazım’ın sesinden “Güzel Günler Göreceğiz”:
https://www.youtube.com/watch?v=ukTyM_iOaY8
Görsel kaynakları:
http://www.tempomag.com.tr/public/uploads/file/744723077fd38fd4d315395e5ffe7e83.jpg
http://t24.com.tr/files/20160603124555_nazim-hikmet-kolaj_0_0.jpg