Ütopyaya Duyulan Özlemin ve Bu Uğurda Çıkılan Bir Yolculuğun Hikâyesi: “The Beach”

Geçmişten günümüze çok sayıda tartışmaya ev sahipliği yapmış olan bir kavramdır “Ütopya”. Platon’un “Devlet”inden Farabi’nin “ElMedinetü’l Fazıla”sına pek çok ünlü düşünür tarafından yazıya geçirilen eserlerde derinlemesine işlenen bir konu olmasının yanı sıra, toplumun çekirdeğini oluşturan amaçsal bir yaklaşımı; varılması gereken bir son durağı temsil eder.

Ütopya kavramını daha derinden sorgulamama sebep olan, son zamanlarda izlemiş olduğum, basit görünmesine rağmen pek çok katmanı ve anlamı içerisinde muhafaza eden bir film diyebilirim: “The Beach”. John Hodge’un ABD-İngiltere ortak yapımı psikolojik, macera ve gerilim türlerindeki filminden bahsediyorum. Leonardo Di Caprio, Tilda Swinton gibi isimlerin rol aldığı, İngiliz yazar Alex Gallard’ın aynı adlı romanından uyarlanan filmin yönetmeni ise “Trainspotting”, “Babylon” gibi filmlerdeki başarılarıyla adından söz ettiren Dann Boyle.

Filmin başında, karşı tarafta, plan yapılmaksızın, bilinmeyeni keşfetme arzusu taşıyarak çıkılmış olan bir yolculuğu tema edinen bir macera filmi olduğu kanısını uyandırıyor “The Beach“.  Sonrasında ise izleyici, meselenin bundan çok daha fazlası olduğunu düşünmekten alıkoyamıyor kendisini. “Cennet” olarak adlandırılan bir yerin barındırdığı tehditler, yüzleşilen tehlikeler, dahası insanın olduğu yerde karşımıza çıkan bencillik ve üste çıkma çabası adada geçirilen huzurlu günlerden sonra yavaş yavaş kendini göstermeye başlıyor ve en sonunda ada yaşanılamayacak bir yer halini alıveriyor. Madalyonun öteki yüzü de denilebilir bu duruma aslında. Her güzelliğin bir bedeli olduğu filmde sıklıkla vurgulanan ana fikirlerden bir tanesi. Adanın varlığından haberdar olunmaması, el değmemiş cenneti andıran bu nadir yerin çok sayıda insan tarafından işgal edilmemesi ve sıradanlaşmaması için olağanüstü bir çaba sarf ediyor insanlar. Aralarından köpek balığı saldırısına uğrayan birine, “Ya adayı terk edip tedavi olursun ya da adada yaralı bir şekilde ölmeyi beklersin” demeleri ise bu çabanın ve hassasiyetin en belirgin örneği. Dışarıdan adaya tedavi amacıyla bir doktorun getirilmesine dahi izin verilmiyor. Bunu takiben adada kalmayı tercih eden kişiyi bekleyen son ise bir hayli korkunç. Bir süre devam eden inlemeler sonunda, çıkan sesin daha fazla rahatlarını bozmasına katlanamayan adalılar, hastayı adanın uzak bir köşesine terk ederken tereddüt bile etmiyorlar.

Filmin izleyicilerce dikkat çeken bir diğer özelliğinin ise müzik seçimi olduğu rahatlıkla söylenebilir. “Snake Blood”, “Pure Shores” gibi parçaların da içinde bulunduğu 14 şarkıdan oluşan soundtrack hakkında yapılan yorumların büyük bir bölümü, şarkılarla filmin inanılmaz bir bütünlük içerisinde olduğu yönünde. Çekimler ise Tayland’ın Phi Phi Don, Phi Phi Lee ve Phuket Adaları’nda gerçekleştirilmiş.

Bütünsel olarak değerlendirildiğinde, insanı yormayan; aksine izleyiciye tatile çıkmış gibi hissettiren dinlendirici bir film olma özelliğine sahip “The Beach“. Aynı zamanda aklı bulandırmadan mesaj veren bir yapısı da var. Siz de rutin hayatın getirdiği yorgunluk hissinden sıyrılarak kısa bir tatile çıkmak ve ütopya kavramına farklı bir açıdan yaklaşmak istiyorsanız, bu filmi izlemenizi şiddetle tavsiye ederim.

 

 

Görsel Kaynaklar:

http://www.freeinfosociety.com/article.php?id=295

https://listekitap.com/kitap/16-kitap-onerisi-ile-utopya-nedir-distopya-nedir/

https://english-films.com/dramas/1644-plyazh-the-beach-2000-hd-720-ru-eng.html

http://www.alamy.com/stock-photo-leonardo-dicaprio-poster-the-beach-2000-78248713.html

 

Leave a Reply