Star Wars’la ilk tanıştığım zamanı çok iyi hatırlıyorum. 5 yaşımdayım, annem ile boşanmalarından sonra babamı eskiye kıyasla daha az görüyorum. Beraber geçirdiğimiz vakitlerde genelde beraber sinemaya gidiyoruz ve bunlardan birinde yeni vizyona girmiş olan, serinin ikinci filmi Klonların Saldırısı’na gidiyoruz.
Suikast girişimleri, ışın kılıçları, uzay gemileri, jetpack’li ödül avcıları, ışın kılıçları, klon orduları, diplomasi robotlar, savaş robotları, ışın kılıçları!
5 yaşındaki, daha çiğnenmeye başlanmamış sakız gibi gözüken kıvrımsız beynimdeki bütün nöronlar alev alacak şekilde çalışıyor. Bundan önce kaçak cd’ciden alındığına emin olduğum ve 8234734 kere izlediğim Flash Gordon çizgi filmi dışında bilimkurgu ile hiç bir temasım olmadığından gözlerimden perdeler kalkıyor. Filmden sonra Toys R Us‘a koşup ilk ışın kılıcımı alıyoruz, şu kırmızı düğmesini aşağı çekip savurduğunuzda açılanlardan.
İlerleyen yaşlarımda Star Wars ile ilgilenmeye de devam ettim. Evde bulduğum, 140p kalitede kaydedilmiş ilküçlemeyi izledim. Bulduğum bütün kitapları alıp, okudum. Figür biriktirdim. Odamın duvalarına film afişlerini astım. İnternetin yaygınlaşmaya başladığı zamanlarda Star Wars sitelerinden çıkmamaya başladım. Tam bir fanboy hayatı. 2012 yılında, Star Wars ile tanışmamdan tam 10 yıl kadar sonra, 1313 adında harika bir oyun geliştirdiklerini açıkladı Lucasarts. İlk defa bir ödül avcısını (Boba Fett’i hatta, yani nasıl sakin kalalım ki) oynayacaktık oyunda ve bir çok oyuna göre daha karanlık ve yere basan bir hikayesi var gibiydi. Daha ciddiydi. Oynanış ve grafikler de harika gözüküyordu.
Bundan 5 ay kadar sonra, George Lucas, Star Wars’ı Disney’e sattı ve çok geçmeden Disney projeyi iptal etti. 2 yıl sonra yeni üçlemeye başladılar ve derinden yaralayıcı, kötü yazılmış karakterler ve hikayeli yeni filmlerini çıkardılar. Bilakis çıkardıkları oyunlar da aynı şekilde sıkıcı ve kötüydü. 2016 yılında çıkan Rogue One izlenebilecek bir filmdi, onun dışında, Star Wars tam bir fiyaskoya dönüştü. Ben de Star Wars’ı içime gömdüm.
Kasım ayının ortasında her şey değişti. Tam 4 yıl süren işkencenin ardından, önce The Mandalorian adında bir dizi ve tam 3 gün sonra da Fallen Order adında yeni bir Star Wars oyunu piyasaya sürüldü. Tedbirli ve hazırlıklıydım, kendimi bu ikili şamara karşı hazırlamıştım ama tedbirli olunacak bir şey yoktu ortada. Oyunu şimdilik bir kenara bırakalım ve dizi hakkında biraz konuşalım.
The Mandalorian gerçekten izlenilesi bir dizi. Mandalorian bir ödül avcısına, loca lideri tarafından yüklü miktarda ödeme yapılacak bir iş teklif edilir. İş, müşteriye 50 yaşındaki bir hedefi, mümkünse canlı bir şekilde götürmektir. Ancak hedef, önceki filmlerden bildiğimiz Yoda’nın ırkından bir bebek çıkar. Yoda’nın ırkı geç yaşlandığı için gerçekten de 50 yaşında olsa da hedef bir bebektir. Önce bebeği teslim eder, ancak müşterinin kötücül ajandasını ahlakına yediremez ve bebeği ellerinden kaçırır. Anlaşmanın bozulmasından ötürü bütün ödül avcısı loncasını karşısına alır ve bebeğe güvenli bir yer bulmak için gezegenden gezegene kaçmaya başlar.
Star Wars yazılırken, Lucas’ın en etkilendiği iki tür, Western ve samuray filmleriydi. Han Solo ve Boba Fett, Mos Eisley tavernasındaki masa altı sahnesi, Western’i iliklerimize kadar hissettirirken, Jedi’lar ve öğretileri, Darth Vader’ın ve Stormtrooper’ların zırhları da samuray filmleri ile doğrudan bağdaşıyordu. Hatta japoncada dönem filmi anlamına gelen jidaigeki kelimesi, jedi kelimesinin de kökeni olmuştu.
The Mandalorian yazılırken köklere sadık kalınmış. Başkahraman, Mandalorian, Clint Eastwood’a yapılan bir çok belirgin bir homage. Clint Eastwood’un karakterleri (belki de karakteri demek daha doğru olacaktır) parlak zırhlar giymese de panço ve pelerinin görsel olarak denkleşirken, iki esrarengiz karakterin de hareketlerindeki ağırlık çok belirgin. İki karakter de gerekmediği sürece konuşmuyor ve konuşurlarken açık ve olabildiğince kısa cümleler kuruyorlar. Bir diğer benzerlik de suratları. Clint Eastwood görüp görülebilecek en ifadesiz aktörlerden birisi ve bu belki de onun en önemli özelliklerinden birisi. Her zaman ciddi ve tehtidkar gözüküp, gereksiz meselelere takılmıyor, Mandalorian da maskesi ile bize aynı hissiyatı yaşatıyor.
Karakterin Bebek Yoda ile olan dinamiklerinin esin kaynağı olan film de Yalnız Kurt ve Yavrusu. Filmde Japonya’da tahtadan bir el arabasının içinde duran küçük oğlu ile oradan oraya gezen bir roninin (efendisi olmayan bir samuray) maceralarını anlatıyor. Bunun dışında dizinin bir bölümü tamamen Kurosawa’nın 7 Samurai filmine atıf yapmak için ayırmışlar.
Bence bölüm yazarları gerçekten iyi iş çıkarıyorlar. Bölümlerin temposu genelde yerinde ve ne komedi, ne aksiyon, ne de drama birbirinin üzerine biniyor. Her şey yerli yerinde, olması gerektiği gibi. Bölüm süreleri de uzun olmadığı için çok rahat izlenebiliyor, bir bölüm ortalama yarım saat kadar sürüyor. Eğer Star Wars filmlerine de hakimseniz, tanıdık yerler ve nasıl değiştiklerini gördüğünüzde de yüzünüz gülecek. Boş zaman bulursanız bu leziz kovboy, samuray, John Wick, bilimkurgu hibritine kesinlikle bir göz atın.
Bu arada 2. sezonun, 2020’de geleceği açıklandı, yani yetişmek için hala zamanınız var.